Hrant Dink Vakfı’na gelen ölüm tehdidi mesajlarını nasıl değerlendirmek gerekir? Hiç kuşkusuz, öncelikle içinde bulunduğumuz atmosfere bakmak şart. Otoriter yöntemlerin yansıra milliyetçi/İslamcı dilin tonunun da bilhassa son birkaç yıldır iktidar cephesinden gelen açıklamalarla yükseltildiğini biliyoruz. Ve bu elbette bilinçli bir tercih. Çok basit bir açıklama olmakla beraber, doğruluğu da kanımca su götürmez. AKP-MHP koalisyonu ve başkanlık sistemi Türkiye’yi yönetmekte zorlandıkça, ekonomik kriz toplumu sarstıkça onlar da tabanlarını alarm vaziyetinde tutmak için bu dili tercih ettiler.Burada üzerinde dikkatle durmamız gereken iki mesele ortaya çıkıyor. İlki, yazının başından beri tarif etmeye çalıştığım, oluşturulan bu nefret ikliminin bu mesajlarda payı olup olmadığı. Herhalde olmadığını söyleyemeyiz. İkincisi ve daha önemlisi de, bu mesajların birbiriyle bağlantılı olup olmadığı.
Bunun yanı sıra, son bir-iki ayın gelişmelerine de yakından bakmak gerekir. Önce Bakırköy Kilisesi’nin kapısı yakılmak istendi. Fail, sorgusunda “Korona belasını bunlar (‘Ermeniler’ demek istiyor - YD) başımıza sardı” dedi. Bu meseleyle uğraşırken AKP’ye yakın Gerçek Hayat dergisinde ‘FETÖ’nün Ayakları’ diye bir şema çıktı. Söz konusu şemada Türkiye’deki Yahudi, Rum ve Ermeni dinî temsilcilikleri, bir karalama kampanyası çerçevesinde FETÖ’nün ayağı olarak gösterilmekteydi. Üç toplumun dinî ve sivil temsilcilikleri bu haberi yalanlayan kapsamlı açıklamalar yaptılar ve sorumlu makamları bu tür ayrıştırıcı haberlere karşı önlem almaya davet ettiler.
Bu haberle ilgili olarak AKP cephesinden beklenen anlamda herhangi bir açıklama ya da adım gelmedi. Gelmediği gibi, birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, başka bir bağlamda da olsa ‘kılıç artıkları’ tabirini kullandı. Bu dilin ne kadar tehlikeli, Ermenileri ne kadar yaralayan, şiddet eylemlerini ne kadar meşrulaştıran bir dil olduğunu söylüyorduk ki, Kuzguncuk Kilisesi’nin haçı yerinden söküldü ve yere atıldı. Zanlı gözaltına alınıp serbest bırakılırken, Hrant Dink Vakfı’nın avukatına ve Rakel Dink’e ölüm tehdidi mesajı geldiği ortaya çıktı. Sonraki gün de bir tane daha geldiği.
Burada üzerinde dikkatle durmamız gereken iki mesele ortaya çıkıyor. İlki, yazının başından beri tarif etmeye çalıştığım, oluşturulan bu nefret ikliminin bu mesajlarda payı olup olmadığı. Herhalde olmadığını söyleyemeyiz. İkincisi ve daha önemlisi de, bu mesajların birbiriyle bağlantılı olup olmadığı. Bunun da üzerinde çok dikkatle durulmalı. Belki bu mesajları gönderenler birbirlerini tanımıyordur ancak bir yerlerde, eş zamanlı olarak bu tür mesajlar gönderilmesi yönünde bir eğilim, hesap belirmiş olabilir.
Bu ikinci meseleden ilerlediğimizde aklımıza sorular takılıyor. Her iki zanlının da başka suçlardan kaydı olduğu anlaşılıyor. Ve bunlar, adli suç dosyaları. Bunun tesadüf olup olmadığını ortaya çıkarmak çok önemli. Bir diğer soru da ilk tehdit mail’ini gönderen zanlının, basına yansıdığına göre, ilk sorgusunda Karabağ meselesiyle ilgili olarak Azeri sevgilisinden etkilenip bu mesajları gönderdiği yönündeki ifadesi. Burada insanın aklına şu soru geliyor: Eğer böyle bir etkilenme varsa akla niçin Hrant Dink Vakfı’nın avukatı ya da Rakel Dink gelmiş olabilir? Onların konuyla ne ilgileri var?
Bunlar özellikle soruşturma aşamasında üzerinde çok dikkatle durulması gereken sorular. Bir diğer meseleye gelecek olursak; tüm bu olayların arka arkaya gelmesi üzerine iktidar cephesinin yaptığı açıklamalarda bir provokasyon ihtimali üzerinde duruluyor. Bu çerçevede sıralanan olaylara, Ankara’da öldürülen genç, cemevlerine yönelik polis müdahaleleri (iktidara göre toplumu ayrıştırmak amacıyla bunlarla ilgili dezonformasyan yapılıyor), İzmir’de minarelerden Çav Bella şarkısı’nın çalınması ekleniyor.
Çerçeveyi bu kadar geniş tutunca eksen dağılabilir. Hükümet çevreleri elbette tüm ihtimalleri araştıracaklardır ancak buralara gelmeden çuvaldızı kendilerine batırmalarında fayda var.
Uzun süredir üretilen bu ayrıştırıcı dilin, milliyetçi atmosferin Türkiye’yi iyi bir yere götürmeyeceğini söyleyip duruyoruz.
Bu tür eleştirileri dikkate almayıp, tabloyu bambaşka bir şekilde okumak, bu dilin devam edeceğini bir göstergesi olarak düşünülebilir mi? Umarız böyle olmaz.
Türkiye’de siyaseti insan hakları ve eşitlik çerçevesinden izleyen herkes bilir. Milliyetçi atmosfer sürekli yükseltilir, yükseltilir, sonra ip bir yerden kopar. O ipin kopmasını beklemeyin.