Gerçekten de olağanüstü günler yaşıyoruz. Geçen haftasonu olup bitenler tarihe geçecek nitelikteydi. Ancak bunu söylerken biraz dikkatli olmak lazım, çünkü öyle bir sürecin ortasındayız ki bundan sonra daha büyük tuhaflıklar da yaşanabilir.Soylu’nun görevde kalmasını isteyenlerin üzerinde durduğu nokta, ‘terörle mücadele’deki başarılardı. Sözü edilen ‘terörle mücadele’den herhalde şunu anlamalıyız. Olur olmaz herkese terörist yaftası yapıştırılması, HDP’li siyasetçilerin her fırsatta aşağılanması ve kriminalize edilmesi, tüm muhaliflerin baskı altına alınması.
10 Nisan Cuma akşamı, sürpriz denebilecek bir sokağa çıkma yasağıyla karşılaştık. Yasak saat 24.00’te başlayacaktı; duyuru iki saat öncesinde, saat 22.00’de yapıldı. Böyle olunca, insanlar sokağa fırladılar ihtiyaçlarını temin etmek için. Zira detaylı bir açıklama yapılmamıştı. Fırınların açık olacağı söylendi ancak bu çok sonra oldu. Dolayısıyla insanlar maskeli maskesiz, marketlere doluştular. Muhtemelen binlerce insan enfekte oldu.
Böyle bir tedbirsizliğin şu halde bile siyasi bir faturası olması gerekirdi. Oldu mu peki? Hayır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu artan eleştiriler üzerine 12 Nisan Pazar akşamı istifa ettiğini duyurdu, ancak yaklaşık iki saat sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istifayı kabul etmediğini öğrendik. Böylece, tek taraflı bir mekanizma olması gereken istifanın bile Erdoğan’ın iznine tabi olduğu gibi bir manzara ortaya çıktı.
Bu süreçte perde arkasında neler yaşandı, net bilmiyoruz. Danışıklı dövüş müydü, yoksa Soylu kabine içindeki gücünü mü test etti, yoruma açık. Ancak Pazar gecesi şunu gördük ki bindirilmiş kıtalar olsun ya da olmasın, Soylu’nun istifasının kabul edilmemesi için sosyal medyada genişçe denebilecek bir kampanya yürütüldüğü gibi, istifa kabul edilmedikten sonra kutlama için sokağa çıkanlar bile oldu.
Bu, Soylu’nun şöyle ya da böyle bir tabanı olduğu anlamına mı gelir? Belki. Ancak öyle olsa bile bunun AKP tabanı ile hayli içiçe geçmiş bir taban olduğunu söylemek gerek. Bunun da ötesinde, Soylu’nun görevde kalmasını isteyenlerin üzerinde durduğu nokta, ‘terörle mücadele’deki başarılardı.
Bu, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi atmosferi tam olmasa da biraz açıklıyor. Sözü edilen ‘terörle mücadele’den herhalde şunu anlamalıyız. Olur olmaz herkese terörist yaftası yapıştırılması, HDP’li siyasetçilerin her fırsatta aşağılanması ve kriminalize edilmesi, insanların yargı hükmü bile olmadan ‘terörist’ olarak ifşa edilmesi.
Son birkaç yıla baktığımızda gördüğümüz manzara bu. Bu bahsedilen ‘terörle mücadele’, ülkede bilhassa Kürt siyasetçilere karşı hayli sert bir havanın estirilmesi ve toplumun tüm muhalif kesimleriyle baskı altına alınmak istenmesi olarak anlaşılmalı.
Bu da bizi şuraya getiriyor: Mesele terörle mücadeleden çok Kürt siyasal hareketi karşıtı havanın iktidar tarafından ısrarla pompalanması ve bunun toplumdaki milliyetçiliği artırması. Ve hedefi elbette Kürt siyasal hareketi ile sınırlandıramayız. Tüm muhalif kesimleri, bağımsız basını ve bağımsız Kadın hareketini de bu listeye eklemek lazım.
Bütün bu tabloya, Soylu’nun istifasının kabul edilmemesi sonrasında MHP cenahından gelen ‘memnuniyet’ açıklamalarını da ekleyebiliriz. Öyle görünüyor ki, (aslında zaten epeydir öyle görünüyordu) aslında bir tek adam rejiminden ziyade, eski derin devlet çevreleri ile MHP’nin, iktidarın ayrılmaz bir parçası olduğu bir yapı söz konusu. Bunlara bakarak Erdoğan’ın elinin hayli zayıf olduğu; ve bundan sonra iktidarın yönünü bu bahsedilen ortakların tayin edeceği gibi bir sonuca varabilir miyiz? Mümkün ama erken. Sonuçta iktidara yönelik seçmen desteği hâlâ Erdoğan’ın ‘propaganda’ kabiliyetine bağlı.
Milliyetçilik bahsindeki bir başka gelişme ise Ermenistan’la ilgili. Türkiye’nin Ermenistan’a ilaç yardımı yapmaya hazır olduğu yönündeki beyanlar ve Ermenistan’ın “İhtiyacımız yok” şeklindeki açıklamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yaptığı değerlendirmeler Türkiye’de bir ‘hava’ yarattı. Bu ne yazık ki pek de olumlu bir hava olmadı. 15 Nisan Çarşamba günü itibariyle Twitter’da ‘İteVARErmenistanaYOK’ başlıklı bir kampanya başlatıldı. Kampanya kısa sürede en çok tweet atılanlar listesine girdi.
Sosyal medyadaki bu tür kampanyaların ne derece gösterge olduğu tartışılabilir elbette, ancak bu kampanyanın bunca taraftar toplamasını da görmezden gelemeyiz.
Bu tür salgınlar toplumsal anlamda pek çok değişim ve gelişim yaratır. Dünya açısından baktığımızda, artık hayatın eskisi gibi olmayacağı yönünde pek çok yorum okuyoruz. Öte yandan, böylesi kestirimler için henüz erken olsa da, bu tür salgınların daha da içe kapanmacı ve milliyetçi bir atmosfer yarattığı da bilinir.
Dünyanın bu açıdan nereye gideceğini söylemek şu an için zor ama Türkiye açısından alarm zilleri zaten epeydir çalıyordu, çalmaya da devam ediyor.