Bu salgınla birlikte belli oldu ki Türkiye hiç de öyle söylendiği gibi dünyanın sayılı ekonomileri arasında değil. Her ülkeyi sarsan bu salgın nedeniyle öncelikle, ‘Evde kal’ çağrısı yapılan çalışanlara yönelik bir paket açıklanması gerekirdi. Ancak bu hem yapılmıyor, hem de belli ki yapılamıyor.
Korona ölümleri hızla artıyor. Türkiye bir yandan hastalığın yayılmasını önlemek için ilave önlemler almayı tartışırken, bir yandan kendini gösteren ekonomik krizle nasıl başa çıkılacağı kara kara düşünülüyor.
Beklenen, sokağa çıkmanın daha da yavaşlatılması açısından daha sıkı tedbirler uygulanırken, şimdiden zor durumda olan çalışanlar için destek paketleri açıklanması. Ancak bu yönde adımlar atıldığını söylemek zor. Hükümet birbiriyle bağlantılı bu iki konuda da henüz adım atma yanlısı değil. Bir ihtimal, önlemler sıklaştırılırsa ekonominin iyice çökeceği ve bu durumda ‘sosyal devlet’ olmanın gereklerinin yerine getirilemeyeceği hesaplanıyor. Ve bunun siyasi sonuçları olacağı.
Bu salgınla birlikte belli oldu ki Türkiye hiç de öyle söylendiği gibi dünyanın sayılı ekonomileri arasında değil. Her ülkeyi sarsan bu salgın nedeniyle öncelikle, ‘Evde kal’ çağrısı yapılan çalışanlara yönelik bir paket açıklanması gerekirdi. Ancak bu hem yapılmıyor, hem de belli ki yapılamıyor.
Kim bilir, belki de ülkenin kaynakları yıllar boyunca anlamsız inşaat projelerine harcandığı içindir. Bu açıdan bakarsak yapılması için büyük gürültü koparılan üçüncü havalimanı ne işimize yarayacak şimdi? Veya üçüncü köprü?
Hükümet şimdi bu tabloda sosyal devlet mantığıyla pek ilgisi olmayan bir bağış kampanyası başlattı. Yani devletin yapması gereken şeyi toplum yapacak ve elini cebine atacak. Bu gerçekten de devlet olarak ne halde olduğumuzun resmidir. 1999 depremi eski devletin ne halde olduğunu gözler önüne sermişti. Bu salgın da ne yazık ki, ‘yeni’ devletin ne halde olduğunu ortaya koyuyor. Yıllar boyu toplumun taleplerine ve ihtiyaçlarına kulak tıkanarak yürütülen ekonomi politikaları ülkeyi bu hale getirdi. “IMF’ye borç verecek durumdayız” deniyordu, ancak böyle bir krizde devletten pek bir şey beklenmeyeceği belli oldu. Ülkeyi kurtarmak yine vatandaşa düştü.
Ermeni toplumuna baktığımızda da, dayanışma sürecinin iyi yürütülmediğini görüyoruz. Evet, yalnız ve zor durumda olan yaşlılar için adımlar atılıyor ancak çok sayıda iş yeri kapanmış, pek çok kişi çalışamaz hale gelmiş durumda.
Böyle bir tabloda çok daha kapsamlı dayanışma çalışmalarına ihtiyaç olduğu açık. Gerek sağlık açısından, gerek ekonomik açıdan.
Tablo böyle, ancak kurumlarımızın önceliği, hükümetin ‘Biz Bize Yeteriz’ kampanyasına verdiği yönünde bir tablo oluştu son günlerde. Elbette tüm ülkeyle dayanışmak önemlidir; Ermeni toplumu da bu ülkenin parçası.
Öte yandan gerek sağlık konusunda, gerek ekonomik açıdan zor duruma düşen toplum üyeleri elbette kurumlarımıza bakıyor, oradan bir ışık, bir yardım bekliyor.
Mevcut durumda vakıflarımız ‘Biz Bize Yeteriz Türkiye’ kampanyasına destek vermeye hazırlanıyor. Biraz da devletten gelen ‘rica’ üzerine.
Bu hızlı hareketlenme Ermeni toplumu için de gösteriliyor mu? Bu konuda toplum üyelerinin aklında birçok soru var.
Yapılacak şeyler belli. Öncelikle sağlık hizmetleri açısından topluma daha kapsamlı bir yaklaşım sunulmalı, bilhassa ekonomik açıdan zor durumda olan insanların kendilerini çaresiz hissetmeyeceği bir açılım devreye sokulmalı. Yedikule Surp Pıriç Hastanesi’nin kapasitesi diyelim ki sınırlı olsa bile en azından bir danışmanlık hizmeti verilmeli, hatta niye olmasın, 65 yaş üzerindeki tüm toplum üyelerine bir şekilde ulaşılmalı.
Keza vakıflarımızın da ekonomik açıdan bir yardım ve danışmanlık hizmeti yürütmesi mümkün. Zor durumda olan işletmelerin ne yapabileceğine dair önerilerde bulunacak insan kaynağımız olduğu gibi, kimi yardım paketleri de devreye sokulabilir herhalde. Ermenistanlıların durumu da ayrı bir ilgiyi hak ediyor.
Her açıdan zorlu bir sürece giriyoruz. Dayanışma her zamankinden daha önemli.