Tüm dünyaya yayılan koronavirüs (Covid – 19) ile mücadele için bir yandan da aşı çalışmaları sürüyor. Aşı uzmanı Prof. Dr. Selim Badur, aşının kullanıma 2021 yılının başlarında girebileceğini söylüyor. Prof. Dr. Badur ile aşı çalışmalarını, Türkiye ve diğer ülkelerin virüse karşı aldığı tedbirleri ve hızlı yayılmasındaki faktörleri konuştuk.
Şu soruyla başlamak istiyorum. Koronavirüs tepe noktasına ulaştı mı? Virüs mutasyona uğrayabilir mi?
Pandemi yeni ve henüz özellikleri tam olarak bilinmeyen bir etken ile oluştuğundan, bugün için hastalığın özelliklerini tam olarak bilmek ve gelecek için bir öngörüde bulunmak hemen hemen imkânsız. Klasik bilgiler ışığında bu tip bir salgın, ancak toplumsal bağışıklık “herd immunity” oluştuğunda durulmaya başlayacaktır; diğer bir deyişle toplumda etken ile temas eden kişi oranı %50’lere ulaştığında salgın inişe geçecektir. Ancak alınan önlemler ve kısıtlamalar, bu %50’lik orana erişim sürecini ister istemez uzatır ve bu nedenle sorunuza net bir cevap vermek mümkün değildir. Virüsün mutasyona uğradığına dair çeşitli iddialar bulunmaktadır. Her ne kadar koronavirüsler tüm diğer RNA virüsleri gibi, bu özellliğe sahip oldukları kabul edilse de, şimdiye dek SARS-CoV-2’nin virülansını ya da yayılımını etkileyecek bir mutasyona uğradığına dair bilimsel çalışma bulunmamaktadır.
Virüse karşı aşı çalışmaları başlamış durumda. Sizce Koronavirüs’ün aşısının bulunup sürülmesi ne kadar sürer? Virüsün mutasyona uğrama ihtimali aşı çalışmalarını etkiler mi?
Günümüzde SARS-CoV-2 aşısı ile ilgili olarak toplam 18 proje yürütülmektedir; bir kısmı DNA/RNA aşısı, bir bölümü viral vektörlerin kullanıldığı projeler, ya da protein temelli aşıların eldesine yönelik çabalar. Bu çalışmalar ortalama en erken 34 hafta sonunda ürünlerin ortaya çıkışı ile sonlanmış olacaktır. Kısacası her şey yolunda gider ise, herhangi bir gecikme nedeni ortaya çıkmaz ise, aşılar 2021 yılının ilk aylarında kullanıma girebilir. Çalışmaların asıl vakit alan aşaması kontrollerin yapıldığı süreçtir; nitekim ilk 16 haftalık süre, hayvan deneyleri, güvenirlik ve toksisite çalışmalarını kapsayan “pre-klinik” kontrollerin yapıldığı döneme ayrılmaktadır; daha sonra 10 haftalık klinik verilerin toplandığı 2. aşama gerçekleştirilecektir; nihayet 3. ve son aşama olan 8 haftalık dönemde, kitlesel üretim gerçekleştirilir. Her 3 aşamanın da en uzun süreleri kontrollere ayrılmıştır.
Şu an için henüz var olmayan, ancak etkenin bir RNA virüsü olması nedeniyle, olma olasılığı bulunan mutasyonların, hazırlanacak aşıları nasıl etkileyeceğini şimdiden öngörmek mümkün değildir; ancak uygun aşı arayışlarında, mutasyonlardan etkilenmeyecek stabl virüs bölgeleri aşı antijeni olarak kullanılacaktır.
Son zamanlarda virüsün sıcak havalarda yaşamadığına dair haberler ve bilgiler görüyoruz. Virüs-bilimci olarak bu bilgi doğru mudur?
SARS-CoV-2 enfeksiyonunun, havaların sıcak olduğu (>25 C˚ olan) bazı Güney Doğu Asya ülkeleri, ya da Brezilya gibi Güney Amerika ülkelerinde de yayıldığını gördüğümüzden, zaman zaman dillendirilen bu yaklaşımın doğru olmadığını belirtmek uygun olacaktır.
Henüz Koronavirüs’ün ilacı yok. Fakat insanlar bağışıklık sisteminin güçlü kalması için solüsyonlar ve tabletler kullanıyor. Kullanılması sizce doğru mu?
Hem Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hem de FDA kuruluşu farklı amaçlar ile kullanılan 70 kadar molekülün, COVID-19 tedavisinde etkinliğini yakından izlemekte ve kısmi etkiye sahip olan bazı tedavi protokolleri devreye sokulmaktadır. Bugün için elimizde spesifik bir tedavi aracı olmadığından, “bari bağışıklık sistemimizi güçlendirelim” yaklaşımı çok tartışılmaktadır. Ancak bu amaçla önerilen solüsyon ve tabletlerin bağışıklık sistemini nasıl etkilediği, neyi-nasıl değiştirdiğine ait bilimsel bir veriye/bulguya sahip değiliz. “Şu maddeyi alanlar, kendilerini iyi hissettiler, hemen iyileştiler” şeklindeki bir açıklamanın bilimsel bir yaklaşım olduğunu söylemek olası değildir. Elbette bağışıklık sisteminin güçlü olması önemlidir, enfeksiyonlara karşı daha donanımlı savaşımımızı sağlar; ancak “ne içersek-yersek-kullanırsak bağışıklık sistemi daha iyi, daha efektif çalışır” sorusunun bilimsel yanıtı halen açıkta kalmış bir sorudur.
Yakın gelecek için virüse dair öngörüleriniz nelerdir?
Yakın ve uzak gelecekte, çok sayıda yeni ya da yeniden ortaya çıkan etkenler ile karşılaşacağımız yadsınmaz bir gerçektir. Özellikle içinde bulunduğumuz ve küreselleşme ile neo-liberal ekonomik yaklaşımların egemen olduğu dönemde, daha fazla kazanç dürtüsü ile doğanın-ekolojinin olumsuz etkilendiği bir çok uygulama bulunmaktadır. İklim krizini yaratan nedenlerin yanı sıra, ormanların yok edilmesi, su kaynaklarının kötü kullanımı, seyahatlerin artışı, ticarileşen besin sektörünün yaygınlaşması gibi çeşitli alt-başlıklar altında özetleyeceğimiz nedenler, beraberinde enfeksiyon hastalıkları etkenlerinin, rezervuarlarının ve konaklarının davranışlarını, yayılımlarını etkilemektedir. Bu olumsuzlukların doğal bir sonucu olarak elbette gelecekte yeni enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkması ve alışılagelenin dışında bir yayılım özelliği göstermeleri yadsınamaz bir gerçektir.
Virüsün ortaya çıktığı Vuhan bölgesinde vaka yok deniyor. Avrupa’da özellikle İtalya’da vaka sayılarıyla birlikte ölümler de artıyor. Avrupa’da bu kadar zamanda ölümlerin artması devletlerin önlem almamasından mı kaynaklandı? Nerede yanlış yaptılar?
Devletlerin gerekli önlemleri zamanında almadıkları düşüncesine katılmıyorum. Bazı öneri ve kurallar gündeme gelse bile, o ülkedeki bireylerin bu kurallara ne denli uyduklarına bakmak daha sağlıklı bir değerlendirme sağlayacaktır. Her ülkenin kültürü, alışkanlıkları, özellikleri dikkate alınarak evrensel önlemlerin o ülkeye adaptasyonu sağlanmaya çalışılmaktadır. Bugün Çin için alınan önlemlerin, Danimarka da uygulayabileceğini sanmıyorum.
Üstelik “Çin ya da Güney Kore bu salgının üstesinden geldi” sonucunu dillendirmek için henüz erken olduğunu düşünüyorum... Bu tip sonuçları çıkarmamız için biraz daha beklememiz gerekmektedir.
Türkiye’nin koronavirüs konusunda aldığı önlemler yeterli mi?
Söz konusu bir pandemiye karşı alınan önlemler zaman içinde değişime uğramaktadır. İlk aşamada, sınırları kapayarak, uçuşlara kısıtlama getirerek, ülkenize etkenin dışardan girmesini geciktirmeye çalışırsınız ve böylece zaman kazanmış olursunuz. Ancak ne yaparsanız yapın bir şekilde etken ülkeye girecektir. İkinci aşamada ülkeye bir şekilde giren etkenin yayılımını önlemeye, geciktirmeye çalışırsınız ve okulların kapatılması gibi ikinci evre önlemleri devreye girer. Üçüncü aşama, artık etkenin ülkenizde süratle yayıldığı evredir ve yapacağınız tek şey sağlık hizmetlerini güçlendirmek yönünde olacaktır.
Bu bağlamda ülkemizde tüm aşamalara ait önlemlerin kademeli olarak devreye sokulduğunu görmekteyiz; ancak elbette, ve ne yazık ki, öngöremediğiniz ve kontrol edemediğiniz etmenler nedeni ile bazı aksaklıklar meydana gelebilir. Ancak her çabayı eleştirmek, yapılanlara kulp takmak çok yaygın bir yaklaşımdır; örneğin “testler yaygınlaştırılsın” eleştirisini bu süreçte çok duyduk. Tanı testleri belli bir algoritm uyarınca, sadece “olası vaka” tanımına uyan (yüksek ateşi kuru öksürük, solunum güçlüğü vs olanlar gibi) kişilere uygulanmalıdır; yoksa belirtisiz taşıyıcıların saptanması için tüm toplumun taranması yaklaşımı gerçekci bir uygulama olarak kabul edilemez.
Virüsün bulaşıcı hızının yüksek olduğunu biliyoruz. Peki bu coğrafyadan coğrafyaya farklılık gösterebiliyor mu? Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği bunda etkili mi?
Hayır, bulaşıcı hızı ülkeden ülkeye değişmez; ancak etkenin mortalite/ölümcüllük oranı, ülkelerin aldıkları önlemler bağlamında %0,28 - 8,3 arasında değişen oranlarda hesaplanmaktadır. İklim farklılığının hastalığın bulaşma hızını etkilediğine dair bir bilimsel bulguya sahip değiliz.
Virüsle birlikte sağlık sistemlerinin de yeniden gözden geçirilmesinde fayda olacak sanırım.
Bu konuda sağlık sisteminde özelleştirmeye yer vermenin sakıncalarını ülkelerde yaşananlar net olarak göstermektedir. Kamu sağlığı, koruyucu hekimlik gibi uygulamaların ikinci plana itilmesinin sakıncası, içinde bulunduğumuz pandemi şeklinde seyreden salgınlarda daha da net görülmektedir. Bu bağlamda sağlık otoritelerinin, sistemlerini yeniden gözden geçirmeleri, yaşananlardan ders çıkartarak daha toplumcu uygulamaları ön plana çıkartmaları bir gereksinimdir.
Peki koronavirüs nasıl bu kadar hızlı yayıldı?
Hızlı yayılımın temel nedeni, söz konusu etkenin yeni bir yapıya sahip olmasıdır; insanların, daha önce karşılaşmadıkları, bu nedenle bağışıklık oluşturmadıkları bu yeni etkene karşı savunmasız konumda olmaları doğaldır ve böyle bir durumda insandan insana kolay bulaşan etken süratle yayılabilmektedir. Bu arada farklı ırk ya da toplulukların etkene dirençli oldukları savının tamamen gerçek dışı olduğu, yaşananlardan anlaşılmaktadır. Benzer şekilde tuzlu su kullanımının yararı olmadığı gibi, abartıldığında zararlı bir uygulama olduğunu vurgulamak gerekir. Virüsün insan yapımı olması ise, ülkemizde çok dillendirilen komplo kuramlarından birisidir ve gerçeklik ile ilgisi yoktur.