Koronavirüs global çapta ekonomiyi de olumsuz anlamda etkiliyor. Ülkeler peşpeşe finansal paketler devreye sokuyor. Dünya ekonomisini ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri neyin beklediği büyük bir soru işareti. Gelişmeleri Birikim dergisi yazarı Ahmet İnsel ile konuştuk.
Koronavirüs nedeniyle dünya borsalarında sert düşüşler yaşanırken birçok ülke önemli yardım paketlerini devreye sokuyor. Çoğu ülkede ekonomik faaliyet iyice yavaşlamış durumda. Şimdiden 7 bin civarında insan hayatını kaybetti.. Can kayıpları varken ikincil bir sorun gibi görünebilir ancak virüs bu hızla yayılmaya devam ederse global açıdan ne çapta bir ekonomik kriz ile karşıya kalabiliriz?
Halen virüsün dünya ölçeğinde yayılma hızının ve kapsamının tam olarak kestirmenin mümkün olmadığı bir aşamadayız. Ülkelerin aldığı ve alacağı önlemler ve bu önlemlerin gerçekten uygulanıp uygulanmadığına bağlı olarak, dünya ölçeğinde etkileri önümüzdeki dört-altı ay ile bir yıl arasında sürebilecek bir salgın hastalık söz konusu. Buna bağlı olarak iktisadi faaliyet yavaşlıyor, hatta büyük ölçüde durması söz konusu. Mart başında yapılan tahminlere göre dünya gayri safi yurt içi hasılasının yüzde iki ve belki yüzde bir buçuk büyümesi öngörülüyordu. Aradan geçen iki hafta süresinde salgının bulaştığı ülke sayısı hızla arttı ve artmaya devam ediyor. Dolayısıyla bu büyüme tahmininin de altına düşülebilir. Biraz ümit verici tek gelişme, Çin’de koronovirüs salgınının yayılmasının durmuş olması. Eğer açıklanan veriler doğruysa. Bu da bize, salgının yayılması karşısında çok sıkı önlemler alınması ve buna uyulması durumunda, hastalığın tespit edildiği tarihten itibaren iki- iki buçuk aylık bir sürede yayılmasının önlenebileceğini gösteriyor.
Her durumda bugün 2008 krizinden küresel ölçekte daha büyük bir daralma şoku yaşama ihtimali çok yüksek. Finansal sistem bu krize daha fazla dayanabilir. Zaten hükümetler bu yönde tedbirler alıyorlar. Buna karşılık üretim sektörü çok daha büyük bir daralma şoku yaşayacak. Esas olarak hizmetler sektöründe, işletmeler üretemedikleri için iflas aşamasına gelecekler. Bazıları ara malı tedariki kesileceği için üretime ara verecek. Bunun yanında milyonlarca ücretli için bu “teknik işsizlik” durumu gelir kesintisine yol açacak ve bu da genel bir talep düşüşü yaratacak. Dolayısıyla salgının zaman içine yayılması ve şiddeti tek tek ekonomileri ve küresel ekonomiyi 1929 krizi benzeri bir daralma kısırdöngüsüne sürükleyecek. Yalnız bu tür karşılaştırmaları yaparken dikkatli olmak lazım. Kamu otoritelerinin ekonomiye müdahale kapasitesi şimdi 1929’a göre kıyas edilemeyecek kadar büyük. Para sistemi aynı değil. Bunlar krizin etkisini belli oranda frenleme imkanına sahip etmenler. Diğer taraftan bugün küresel ekonominin entegrasyonu çok daha büyük ve bu da daralma etkisinin daha fazla yayılmasına yol açıyor.
Gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye böylesi bu krizden daha mı sert etkilenecek?
İki nedenden dolayı bu konuda endişeli olabiliriz. Birincisi, salgını göğüsleyebilecek kamu sağlığı alt yapısının durumu belirleyici olacak. Örneğin halen Hindistan ve Pakistan’da salgın yeni başlıyor. Orada olabileceklerden veya nüfusun yüzde yirmisinin AIDS virüsü taşıdığı tahmin edilen (dolayısıyla bağışıklık sistemi zayıf olan) Güney Afrika’da salgının sonuçlarını tahmin etmek korkunç kelimesinin yeterli olmayacağı bir duruma işaret ediyor. Diğer taraftan kamu sağlık altyapı yatırımlarının boşlandığı bazı gelişmiş ülkelerde de (başta ABD, ama Birleşik Krallık veya İsveç’te de) ölüm oranlarının yüksek olması ihtimali var. Ayrıca hükümetlerin mali destek imkanlarının az olduğu ülkelerde krizin etkisini frenleyici önlemler almak da mümkün olmayacak. Gelişmekte olan ülkelerde durum daha vahim olabilir. Türkiye’de de durum bu. Kamu harcamalarının büyük bir hızla ve çok büyük ölçekte yön değiştirmesi gerekiyor. Örneğin bugün Cumhurbaşkanlığının, Meclis’in, Diyanet’in bütçelerinde ve benzer başka bütçe ödeneklerinde, ücretler dışında acil kısıntıya gidilip, ortaya çıkan kaynağın kamu sağlığı harcamalarına yönlendirilmesi, kamu otoritesinin topluma vereceği en önemli sorumluluk paylaşımı olacaktır. Bunun yanında gereksiz altyapı yatırımlarının, haldeki acil duruma yanıt vermeyen ödeneklerin hemen durdurulması gerekir. Eğer bugünlerde bir kamu yetkilisi, örneğin cumhurbaşkanı, Kanal İstanbul ihalesini açmaktan bahsedecek olursa, halk sağlığına karşı bir numaralı tehdidin kendisi olduğunu tescil etmiş olur. İşsizlik sigortasında biriken büyük miktarın da faaliyet durması nedeniyle gelir kesintisine uğrayan emekçilere tahsis edilmesi gerekir. Ama burada Türkiye ekonomisinin büyük yarası kayıtdışı istihdam sorunu var gücüyle karşımıza çıkıyor. Güvencesiz biçimde çalışanlar bu krizde en çok etkilenen kesim olacak maalesef. İşverenlerin ne kadarının sorumluluk paylaşacağını göreceğiz. Vatanseverlik konusunda mangalda kül bırakmayanların sözleriyle eylemleri arasında olası uçurumun bütünüyle ortaya çıkacağı bir kritik dönemdeyiz.
Gelişmiş ülkelerdeki sağlık sistemi bu çapta bir krize yanıt verecek durumda mı? Geride kalan yıllar birçok Batı ülkesinde kamusal sağlık harcamalarının bir yük olarak görüldüğü, sağlıkta "piyasalaşmanın" devreye sokulduğu dönem oldu. Bu salgınla birlikte bu anlayışta bir değişiklik olabilir mi?
Sorunun iki yönü var. Piyasalaştırma, önleyici sağlık hizmetlerini, kamu sağlığı önlemlerini kapsamıyor. Bugün başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede böyle bir salgına, hatta daha az etkili olanına karşı kamu önlemlerinin (acil durum stokları, yoğun bakım üniteleri) alınmamış olmasının sonuçlarını görüyoruz. Piyasanın aklı kısa vadeli ve bireycidir. Bu sağlık için de geçerli. İkinci sorun, sağlığın bireysel olduğu kadar, toplu olarak karşılanması gereken bir ihtiyaç olduğu çok açık biçimde çıkıyor. Sağlık en önemli müştereklerimizden biridir. Bugün özel sağlık sigortalarıyla kendilerini güvence altında hisseden zengin kesim, yoğun bakım ünitelerinin dolup taşması karşısında birbirleriyle yarışır hale geliyor. Maalesef bu konuda da kamu sağlık sistemi zayıf ülkelerde, her yaştan yoksulların ödediği ve ödeyeceği bedel daha yüksek. Eğitim gibi sağlığın da en önemli müştereklerden biri olduğu olgusunu umarım yaşanan bu büyük sağlık sorunu toplumsal bilince nakşeder.
Fransa'yı örnek alacak olursak, mevcut haliyle yoksulların virüs kaynaklı hastalıklarda sağlık hizmetlerine erişimlerinde bir dezavantaj yaşanıyor mu?
Hastaneler Fransa’da herkese açıktır. Bu konuda bir ayrımcılık yok. Fransa’da sağlık sistemi kamu hastaneleri merkezlidir. Şimdilik, İtalya’da olduğu gibi, hastanelerin yoğun bakım servisleri ihtiyacı olan bütün hastaları kabul ediyor. Bu nedenle yaşam riski taşıyan hastalar arasında hastanın durumuna ve yaşına göre ayrım yapılmıyor. Ama önümüzdeki günlerde böyle bir seçim gündeme gelebilir maalesef. Bu konuda en önemli konu salgının yayılmasını yavaşlatmak. Zamana yaymak. Bu da herkesin sorumluluğunda. Mümkün olduğu kadar başka insanlarla temas etmemek bugün en önemli yurttaşlık görevi ve insani sorumluluk. Sadece kendini korumak için değil, başka insanları korumak için. Toplum olmanın, gerçek müştereklerimizin ne olduğunu, ne demek olduğunu yeniden keşfetmenin zamanı aynı zamanda.