Koronavirüs tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Vaka sayısı her gün artıyor, insanlara haklı olarak “Evde kalın” çağrısı yapılıyor.Peki ne yapılabilir? Doğrusu Hükümet’in çalışanlara yönelik daha kapsamlı bir paket üzerinde çalışması iyi olurdu. Bu salgın ortamında çalışanların da kendilerini koruyabilecekleri ama aynı zamanda işlerini kaybetmeyecekleri bir önlem paketi toplumu daha fazla rahatlatabilirdi.
Önemli bir krizden geçiyoruz, insanlık olarak. Toplum, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bilgi ihtiyacı da her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyor. Türkiye açısından baktığımızda yapılan açıklamalar ilk başlarda tatmin edici bulunurken gün geçtikçe daha şeffaf bir süreç talep ediliyor. Bu da gayet normal çünkü 80 milyonluk bir toplumda böylesi bir virüsün nerelere yayılmış olabileceği bir muamma.
Öte yandan hayatın böylesine kilit altına alındığı bir dönemde, tehlike de günden güne artarken hem ekonomik hem de sağlık açısından yeni “sınıfsal” kaygılar oluşuyor. Evden çalışma elbette önemli bir önlem ancak birçok işyeri bir yandan da faaliyetini sürdürüyor ve buralarda çalışan ücretliler kendi sağlıklarından, virüsü yakınlarına bulaştırmaktan endişe ediyor. Onların evden çalışma imkanları yok.
Üstelik birçok kurum faaliyetine ara verdikçe ekonomik zorluk da zincirleme olarak kendini gösteriyor ve sınırlı geçim şartları içinde yaşayanlar bu sürecin nereye varacağını merak ediyor, zaten ekonomik olarak iyi şartlar içinde olmayan ülkemizde yeni ve daha köklü bir ekonomik krizin ilk önce kendilerini vurup vurmayacağını ürperti içinde anlamaya çalışıyorlar.
Bu ortam içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan 100 milyar liralık bir ekonomik önlem paketi açıkladı. Pakete baktığımızda önlemlerin daha çok şirketlere ve işverenlere yönelik olduğunu görmekteyiz. Vergi indirim ve ertelemeleri ilk bakışta göze çarpanlar. Emeklilere de bazı kısmi kolaylıklar getiriliyorsa da çalışanları rahatlatacak bir yaklaşım görülmüyor.
Çalışanlar iki açıdan huzursuz durumda. Öncelikle çalışmaya ve toplum ile temasa devam ettikleri için sağlıkları konusunda hayli kaygılılar. Örneğin AVM’ler kapatılmadı. Oysa oralarda çalışanlar toplumla en çok temas içinde olanlar konumunda. Bu devasa yapılar kapatılmadıkları gibi çalışma saatlerinde de bütüncül bir kısıtlamaya gidilmedi.
Buna benzer birçok işyerinde faaliyetler sürüyor ve buna bağlı olarak belirsizlik de. Beri yandan buraların kapatılması durumunda çalışanların başına ne geleceği de ayrı bir konu. Eğer işçi çıkarma yoluna gidilirse bu kez de kabak ekonomik açıdan çalışanların başına patlayacak. Buna dair Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) önemli bir uyarı yayınladı. Örgüt, hükümetlerin çalışanları krizin etkilerinden korumak için hızlı davranmaması halinde dünya genelinde yaklaşık 25 milyon kişinin işini kaybedebileceğini açıkladı. Bunun Türkiye’ye de yansımaları olabilir.
Peki ne yapılabilir? Doğrusu Hükümet’in çalışanlara yönelik daha kapsamlı bir paket üzerinde çalışması iyi olurdu. Bu salgın ortamında çalışanların da kendilerini koruyabilecekleri ama aynı zamanda işlerini kaybetmeyecekleri bir önlem paketi toplumu daha fazla rahatlatabilirdi. Ayrıca elektrik, su, doğalgaz gibi ödemelerin hiç olmazsa ertelenmesi, kredi borçları ile ilgili düzenlemeler gündeme alınabilirdi.
Ancak öncelik az önce de bahsettiğimiz gibi şirketler ve büyük kurumlardan yana oldu.
Beri yandan sağlık hizmetleri açısından da bir belirsizlik ortamı hakim. Sağlık çalışanları gerek virüs tehdidi gerekse de çalışma ortamı açısından son derece yıpranmış durumdalar. Diyarbakır Tabip Odası yaptığı açıklamada ”Sağlık çalışanlarının sağlığını korumadan toplum sağlığını koruyamazsınız. Sağlık Bakanlığı tarafından hastanelerde acil durum ilan edilmelidir” dedi ve tüm sağlık emekçilerine kaliteli ekipman dağıtılması çağrısında bulundu.
Meseleye toplu olarak bakacak olursak şunu da herhalde görmemiz gerekir. Globalleşmenin bu boyutlara vardığı bir çağda herhangi bir virüsün tüm dünyaya yayılması kaçınılmaz. Tarım alanlarının yok edildiği, gıdada endüstrileşmenin çığrından çıktığı, şirketler-beyaz yakalılar-yüksek gelirliler arası mobilizasyonun süreklileştiği, her salise bir uçağın bir yerden bir yere gittiği bir dünyada hem virüsler kendilerine uygun bir zemin bulacaklar hem de hızlı bir biçimde yayılacaklardır.
Dolayısıyla bu virüs aslında dünyanın gidişatına da kritik bir uyarı mahiyetinde. Belki dünya bu virüsü atlatacak ancak böyle giderse belli ki yenileri de yolda olacak ve ilk önce bu gidişattan sorumlu olmayan yoksulları vuracak.