Başlıktaki soruya hemen yanıt vereyim: Değişir elbette. Siyaset zaten böyle bir şey. En durağan toplumlarda bile zaman içinde yeni dinamikler oluşur ve “Değişmez” denen durumlar, denklemler değişir. Sadece Türkiye tarihine baktığımızda bile Tek Parti döneminin bir şekilde sona erdiğini, “alternatifsiz” olarak görülen ANAP iktidarının ömrünün 10 yıl sürdüğünü görebiliyoruz. Bu değişimlere elbette ‘darbe’leri katmıyoruz. Baktığımız yer, toplumsal dinamiklerin ve değişim taleplerinin iktidarlara nasıl yansıdığı.Babacan bu tablo içinde öyle görünüyor ki özellikle ekonomik krizin yıprattığı muhafazakar tabana seslenmek istiyor. Açıklamalarında ülkenin artık ekonomik açıdan “öngörülebilir” olmadığını söyleyerek, AKP’den yüz çeviren ya da yüz çevirmeye meyilli muhafazakar kesimin yanısıra klasik burjuvazinin ve ilave olarak da orta sınıfın desteğini almaya çalışacak gibi görünüyor.
2002’den beri AKP iktidarda Türkiye’de. Ancak son yıllarda buna AKP iktidarı demek herhalde çok doğru değil. “Halk oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı” eşiğiyle parlamentonun bir anlamda feshedildiği ve tek adam yönetimine geçildiği bir dönem yaşadık. Erdoğan ile MHP arasındaki koalisyonun iyice kemikleşmesi ve buna klasik devlet çevrelerinin de katılmasıyla ise, artık yepyeni bir iktidar yapısı var. Dolayısıyla Türkiye’yi AKP’nin yönettiğini söylemek artık çok zor.
Ancak yine de bu 17 yıllık dönem, genel olarak bir AKP dönemi şeklinde görülüyor. Bu da çok genel manada yanlış değil. Beri yandan bu tablo, yani AKP’nin ya da Erdoğan’ın artık iktidarda ‘yer ettiği’ yönündeki düşünce ise yavaş yavaş değişmekte.
Bu düşüncenin değişmesinde en önemli etken hiç şüphesiz CHP’nin son yerel seçimlerde önemli kentlerin belediye başkanlıklarını kazanması. Öte yandan son üç seçime bakıldığında da AKP’nin MHP’siz yapamadığı besbelli. Ne kadar doğru bilinmez ama son araştırmalar AKP oyunun hala düşüş eğilimde olduğunu söylüyor. Dolayısıyla hem AKP’nin hem de Erdoğan’ın gücü eskisi gibi değil.
Peki bu tablo içinde nasıl dinamikler filiz vermekte ve bu yeni dinamiklere iktidarın yanıtı nasıl olabilir ya da olacak?
Bu konuda net kestirimlerde bulunmak kolay değil. Ancak “Saray’a çıkan CHP’li” yazısının CHP içinde kopardığı fırtınaya bakılacak olursa, ana muhalefette kazan için için kaynıyor. Doğruluğu ispatlanamayan bu haber ilk yayınlandığında CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “Doğrudur” demesi, haberi yazan Sözcü yazarı Rahmi Turan’ın (sonradan özür dilese de) Muharrem İnce’nin ismini ortaya atması, doğrusu İnce’nin eline bir koz verdi. İnce tüm bu operasyondan CHP Genel Merkezi’ni sorumlu tutuyor. Doğrusu Kılıçdaroğlu ve parti yönetimi bu süreci doğru yönetemedi, en kibar tabiriyle.
Taraflar artık meseleyi “soğutma”ya bırakmış durumdalar ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan bu tuhaflığı sonuna kadar kullanmaya niyetli. “İyi ki Kılıçdaroğlu var” diyen Erdoğan bu sayede rahat bir iktidar sürdüklerini söylüyor. Ancak bu kadar kesin ifadelerle aslında CHP’de bir “değişim” beklentisi içinde olduğunu da ele veriyor. Niyet, öyle görünüyor ki, CHP’yi kaşımak. Nihai maksat ne, onu da göreceğiz herhalde yakında.
Bu tablo içinde öyle görünüyor ki önümüzdeki aylarda CHP içinde bir hareketlenme olacak. Zira bu denklemin içinde bir de Ekrem İmamoğlu var. Seçim yaklaştıkça o cepheden bazı çıkışlar görebiliriz. Ancak genel manzaraya baktığımızda sadece iktidarı değil CHP’yi de zor günlerin beklediğini söylemek mümkün.
Bu haftanın diğer gelişmesi ise Ali Babacan’ın deyim yerindeyse görücüye çıkması oldu. Habertürk televizyonuna konuşan Babacan yeni partiye dair ilk somut açıklamaların yaptı. Ahmet Davutoğlu ile birlikte yürümenin zor olacağını belli eden Babacan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ise partide fiili olarak yer almayacağını ancak partiyle birlikte hareket edeceğini de söyledi.
Babacan bu tablo içinde öyle görünüyor ki özellikle ekonomik krizin yıprattığı muhafazakar tabana seslenmek istiyor. Açıklamalarında ülkenin artık ekonomik açıdan “öngörülebilir” olmadığını söyleyerek AKP’den yüz çeviren ya da yüz çevirmeye meyilli, insan hakları ihlali sicili kabaran iktidarın Türkiye’nin ekonomik geleceğini de karartacağını düşünen muhafazakar ve (neden olmasın) klasik burjuvazinin ve ilave olarak da orta sınıfın desteğini almaya çalışacak gibi görünüyor.
Bu hamle nereye varır öngörmek kolay değil. Ancak Babacan AKP içinde olduğu dönemde “Batı” ile ilişkileri organize eden, hataları tamir ve tevil eden bir konumdaydı. Ve seküler burjuvazi ile de arası en iyi olan isimdi. Dolayısıyla kendisine bu çevrelerde bir kredi muhtemelen açılacaktır.
Ancak öte yanda tüm bu gelişmelere karış milliyetçi ve otoriter tonunu gitgide artıran ve böyle ayakta kalmaya çalışan bir iktidar bloku var. Kürt muhalefeti ise ağır baskılar karşısında diri kalmaya çalışıyor.
Çok klasik bir cümle ile bitirmek durumundayım: Türkiye yine kritik bir kavşağa doğru gidiyor. Devam edeceğiz bu konuya.