“insanlar korkudan ve dünyaya gelmekte olan şeyler için beklemekten bayılacaklar” (Luka’ya göre İncil 21. Bap 26. Ayet)Yani güzel havalar diye başlayan bu değişiklik dünyanın dengelerini de bozuyor. Yağmursuz bu güzel havalar gezmek tozmak için iyi olsa da boşalan barajlar gibi çok basit ama hayatı sekteye uğratacak tehlikeler de barındırıyor.
Yeme içme yazarlarının, adı üzerinde, yemekten içkiden bahsederlerken en büyük yardımcıları mevsimlerdir. Hele İstanbul gibi dört mevsimin yaşandığı bir coğrafyada yaşıyorlarsa işleri kolaydır.
Bahar ile beraber uyanan doğayı yeşillikleri, kışın sebzelerini, denizin verdiği nimetleri yazarlar.
Geçenlerde geçmiş yazılarıma bakarken her sene bu tarihlerde yeni tezgahlara düşen balıklardan, avlanma boylarından tariflerinden bahsettiğimi gördüm hep bu mevsimde.
İstanbul gibi belki de dünyanın en özel su yolunun, Boğaz’ın içinde yaşayan bir şehirde zaten en doğalı da bu olmalı değil mi?
Bu sene pek balık yazmak geçmemiş içimden. Nedeni çok belli. Olmayan bir şeyden bahsetmek biraz ahmakça gelmiş olabilir. Bu mevsimde artık havaların soğumasıyla lezzetlenen palamuttan, yolunu beklediğimiz torikten, ondan yapılacak lakerdadan bahsetmek lazım...
Ama işler istediğimiz gibi gitmiyor. Yıllardır süregelen küresel iklim değişikliği hayatımızı her geçen gün daha da etkilerken tarımla, şarapla, mevsimsel yiyeceklerle ilgilenen benim gibiler için hayatın rutini de değişiyor.
Kasım ayında neredeyse Mayıs ayı havaları yaşıyor olmak, üşümeden şehrin tadını çıkartıyor olmak hatta kurak geçen bir sezon nedeniyle şarap için çok iyi bir hasat mevsimi yaşamış olmak dışarıdan bakıldığında iyi bile görünebilir. Ama bu güzel havalar gerçekten de güzel mi?
Şarap işine başladığım yirmi yıl önce, dünyanın en önemli şarapçılık bölgelerinden Bordeaux’un en önemli sorunu yeterince olgunlaşmayan üzümlerdi. Hatta 12,5 alkol derecesinin üzerine çıkan şaraplar için özel bir klasifikasyon bile vardı. Bağcıların gündüzün ısısını asmalara aktarmak için asma diplerine büyük siyah taşları taşıdıkları hikayeleri anlatılırdı. Sadece yirmi yıl içerisinde bu düşük alkol konusu dert edilecek bir şey olmaktan çıkmakla kalmayıp 2000’li yılların başından itibaren çok iyi yıllar yaşan Bordeaux üreticilerinin yüzleri epey gülmeye başlamıştı. Her yıl iyi olgunlaşan üzümlerden yaptıkları şaraplar sayesinde hasat yıllarını ‘’yüzyılın rekoltesi’’ gibi havalı adlarlar anmaktan büyük keyif duyuyorlardı. Fakat bu kadar kısacık bir zamanda sadece yirmi yıl içerisinde artık ileriyi düşünen pek çok Bordeaux’lu üretici eskiden hiç akla gelmeyecek bir şeyi, sıcağa daha dayanıklı, bölgeye ait olmayan başka üzümleri bu bölgede yetiştirmeye başlamayı tartışır hale geldiler.
Yani güzel havalar diye başlayan bu değişiklik dünyanın dengelerini de bozuyor. Yağmursuz bu güzel havalar gezmek tozmak için iyi olsa da boşalan barajlar gibi çok basit ama hayatı sekteye uğratacak tehlikeler de barındırıyor.
Küresel iklim değişikliği olarak adlandırılan bu acayip havalar sadece yediğimiz içtiğimizin tadını, şarabın fiyatını vs etkileyen, lüks ihtiyaçları vuran bir şey değil.
Suriye’de yıllardır süren en kadim uygarlıklardan birini, Ortadoğu’nun belki de en güzel şehirlerini yok eden ve anlatılması zor insanlık dramları yaratan Suriye savaşının esas tetikleyicisinin savaş öncesi yıllarda yaşanan kuraklık olduğu artık çok iyi biliniyor.
20-30 yıl sonrasının emeklilik planlarını yaparken, onlarca yıllık kredi borçlarına girip daha iyi bir gelecek için yatırımlar yapıp hep daha fazlasını kazanmaya çalışan bizler için kötü bir haber var. Bindiğimiz gemi batıyor. Gemi battıktan sonra ne kadar zengin olduğumuzun bir önemi kalmayacak. Çok klişe olacak ama Titanic her zaman bu konunun en iyi örneklerinden biri. Batan Titanic, denizin metrelerce dibinde dünyanın en iyi mahzenine sahip. Kimsenin sahip olmayacağı bir mahzen…
Hiç akıllanamayan bizler ise batan Titanic’te keman çalan orkestra gibiyiz. Battığımızı görüyor yapmayı bildiğimiz tek şeyi yani kendi pisliğimizde boğulmayı seçiyoruz. Belki gemi yine batacak ama keman çalmak yerine dolan suyu boşaltmaya çalışanlardan olmak zamanı…
Bu acayip havaların esas suçlusunun kendimiz olduğunu unutmadan daha sorumluk sahibi bir şekilde davranmak zorundayız.