Bayraktar: Rejim dindarları ‘tehlike’ sayıyordu, tüm planlarını ve varlığını halkı dindarlarla’' korkutmak üzerine kuruyordu. Ancak bu bir gerçek değil, ‘Korku Cumhuriyeti' anlayışının bir parçasıydı. Aynısını Aleviler, Kürtler ve Ermeniler için yaptığını anlamam zor olmadı.
Derin Düşünce Grubu yazarlarından Cemile Bayraktar, geçtiğimiz günlerde Taraf gazetesinde ‘PKK kötü, peki biz iyi miyiz’ başlıklı bir yazı yayımladı. Yazısında, “PKK Kürt gençlerine yanına çekiyor demek kolay, sen niye yanına çekemiyorsun, hiç düşündün mü bunu? PKK kötü demek kolay, evet kötü ama biz neden iyi değiliz? PKK’nın kötü olması, bizim iyi olmamıza engel mi? PKK’nın kötülüğü bizim de kötü olmamıza gerekçe mi?” diye soran Bayraktar’la, Kürt meselesinin son dönemini konuştuk. PKK’nın öfkesini anlamakla birlikte şiddetini haklı bulmadığını söyleyen Bayraktar, Müslümanların Kürtlere baskıya sessiz kalmamasını ve AK Parti’nin her şeye rağmen ‘açılım’a devam etmesi gerektiğini ifade ediyor.
FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr
- Siz Müslüman bir Türk olarak ‘Kürt meselesiyle’ ne zaman tanıştınız?
Bir Müslüman olarak, Türkiye’deki totaliter laik ve tektipçi rejimin baskısına maruz kalmış bir insanım. Yaşadıklarım, “tek tip” din, tek mezhep, tek dil iddiasındaki Ulusalcı-Kemalist sistemin mağdur ettiği Alevileri, Ermenileri ve Kürtleri bir şekilde anlamamı sağladı.
Rejim dindarları “tehlike” sayıyordu, tüm planlarını ve varlığını halkı “dindarlarla” korkutmak üzerine kuruyordu. Ancak bu bir gerçek değil, “Korku Cumhuriyeti” anlayışının bir parçasıydı. Aynısını Aleviler, Kürtler ve Ermeniler için yaptığını anlamam zor olmadı.
Kürt meselesiyle tanışmam “Cumartesi Anneleri” gerçeğini öğrendiğim 10 küsur yıl önce başladı. Araştırmaya devam ettikçe, 12 Eylül’ün salt bir sağ-sol davasından fazlası olduğunu, Diyarbekir hapishanelerinde işkence gören Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kurumlarının yer yer Kürt olmayı suç saydığını gördüm. Bu da benim için anlaşılır bir şey değildi, zira ben bir Müslümanım, Kuran dışında hiçbir kaynağa sapmaz bir şekilde bağlı değilim, bir ideoloji yanlısı da değilim. Ve dinim bana haksızlığa karşı durmamı emrediyor. Kürt olmak suç değil, Allah’ın takdiri… Böyle bir durumda nasıl olur da Kürtlere yapılan baskı ve zulme sessiz kalabilirdim ki?
Türklerin tüm bu yaşananlara, bilgi sahibi olmadıkları için sessiz kaldıklarını düşünüyorum, ancak bunda maalesef oldukça kabartılmış aşırı milliyetçi duygularımızın da etkisi var. Maalesef bu kabartılmış milliyetçi duygular bizi vicdanlarımızı bile susturacak duruma getirdi. En kötüsü de buydu. Misal, yazdığım yazılar üzerine aldığım yorumlardan bazısı “Bunları bilmiyorduk…” derken, bazıları ise “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, bu böyle bilinsin!” şeklinde meseleyi anlamaktan oldukça uzak olabiliyor.
- Ya pek çok şeyi bilen ‘Türkler’ ne yapmalı?
Açıkçası Türkiye halkının çoğunluğu öyle sivil eylemler, sisteme karşı direnişler geliştirecek bir damarı barındırmıyor. Tepkisini ancak sandıkta gösteriyor. Türkiye halkını iktidarları bir şeylere iten değil iktidarlar tarafından bir şeylere itilen bir halk olarak okuyorum. Durum böyle olunca iş halktan çok iktidara düşüyor. İster beğenelim istersek beğenmeyelim Başbakan Erdoğan halkın bir kısmı tarafından çok seviliyor. Başbakan bir adım attığında halktan anlayış görüyor. Leyla Zana’nın da dediği gibi “Bu işi çözerse ancak Başbakan çözer.” Bence Kürt meselesinde bir şeyleri iktidar yapmalı ve yapacağı şey de Açılım’a devam etmek olmalı.
- 'Açılım’dan bugüne kadar yaşanan süreçte AK Parti’nin izlediği siyaseti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hakkını vermek durumundayım, AK Parti Açılım’a çok iyi bir şekilde başladı, çok iyi adımlar attı, ancak son iki yıldır fazlasıyla gerilemeye başladı. Özellikle Uludere faciası sonrası gelen açıklamalar büyük bir kırılma yarattı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ırkçılığa varan açıklamaları Kürtlerin kalbini kırmakla kalmadı, haklı bir öfke duymalarına neden oldu. Açıkçası son dönem AK Parti’yi kusurlu buluyorum.
- Süreç içerisinde AK Parti’nin Gülen cemaati ile yollarının ayrıldığını ve en büyük destekçilerinden birini kaybettiğini söylüyorsunuz. AK Parti ve Cemaat arasındaki uyuşmazlıkta sizce kırılma noktası neydi ve bu durumun Kürt meselesinde izlenen politikaya yansıması ne?
Ben AK Parti ve Cemaat arasındaki gerilimden rahatsız olan biriyim. Gerilim bence ilk tomurcuklarını Başbakan’ın Davos çıkışı ve Mavi Marmara sonrasında Başbakan’ın aldığı tavır nedeniyle verdi. Sonrasında ise AK Parti’nin Arap Baharı döneminde, muhalif halklardan yana açıklamalar yapması, bir Kürt Baharı doğar endişesi taşıyan Cemaat’i yer yer rahatsız etti. Zira Cemaat otoritelerle çatışmaz. Hep böyleydi, 20 yıl önce de böyleydi, bugün de böyle… Dolayısıyla, birtakım otoriteler ile çatışan AK Parti, Cemaat’i rahatsız etti.
Haliyle bu durum Kürt Meselesine de yansıdı. Zira her parti gibi AK Parti de oy kaygısı taşıyan bir parti. Cemaat’in desteğini çekmesi ihtimaline karşı kendini garantiye almak için halkın milliyetçi duygularından taze kan sağlamaya çalıştı, milliyetçi sayılabilecek kesime yönelmeye başladı. Bu durumda Açılım geriledi ve hatta durdu.
- PKK’nın demokrasi ve Kürtlerin hakları için yazan mücadele eden aydınları yanlış anladığını ifade ediyorsunuz. Bu ne demek?
PKK’nın ve onu destekleyenlerin haklı bir öfkesi var, bu öfkeyi anlıyorum. Birçok aydın ve yazar da bu öfkeyi anlıyor, ancak bu PKK’nın şiddetini haklı bulmak anlamına gelmiyor. Bence PKK varlık nedenini ve haklı öfkesini anlayanların onun şiddetini de anladığını sandı. Hayır, bu anlamda PKK’nın şiddetinin savunulacak bir tarafı yok. Bence PKK anlamayı, savunmak olarak anladı.
- BDP’li vekiller için verilen fezlekeler, vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve hatta BDP’nin kapatılması gibi girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beğenelim yahut beğenmeyelim BDP’li vekiller bu ülkedeki diğer vekiller gibi seçilmiş vekiller. Kürt halkının bir kısmı o vekillere oy verdi. Ben başından beri BDP’nin siyaset yapması gerektiğini savundum, halen daha savunuyorum. BDP’yi eleştiririm, o ayrı; ancak ne dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ne de BDP’nin kapatılmasına razı değilim. Dahası BDP’nin kapatılması demek, vekillere dokunmak demek, Kürt meselesini açmaza sokmak demektir. Umarım böyle bir hata yapmayız. Aslında merak etmiyor da değilim, “nefret suçu” işleyen, Türk ırkçılığı yapan, Kürt halkına zulmeden, darbe ithamıyla yargılanan kişiler vekil oluyor; bunlara kapı açan partiler kapatılmıyor da niçin BDP kapatılmak isteniyor? Bence BDP, bahsettiklerimden daha kötü değil.
Türkiye demokratik açılımlar yapmak zorunda
- Türkiye’nin Suriye meselesinde izlediği politikayı ve Suriye’de yaşananların Kürt meselesine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin Suriye’de halkını helak eden Beşşar Esad yönetiminden yana tavır almamasından oldukça memnunum. Suriye’deki olayların ABD’nin işi olduğunu düşünmüyorum. Elbet devam eden sürece küresel güçlerin etkisi olacaktır (Rusya ve ABD dengesinde olduğu gibi…) ancak halk ayaklanmalarının temelinde ABD girişimi vardır diyemiyorum.
Türkiye kendi Kürt meselesinde anadil, anayasal hak güvencesi gibi hakları iade etmeden, dışarıda hak talep eden haklar lehine yorum yapınca bu bir tip tutarsızlık olarak eleştirildi. Açıkçası Türkiye’de, Suriye’de, Mısır’da, Tunus’ta ve Libya’da olduğu gibi bir dikta rejimi yok, ancak hakları iade edilmemiş azınlıklar sorunu var. Türkiye dışarıda haklar lehine yorum yapıyorsa, ki yapsın, içeride de azınlık hakları lehine demokratik açılımlar yapmak zorunda.