Yaz boyunca en çok duyduğum şeylerden birisi rakı içen arkadaşların içtikleri rakının sahte olmasından duydukları korkuydu.Zaten tarih boyunca hep böyle olmuş. Haksız vergiler ve yasaklar alkol tüketimini azaltmasa da illegal işlerin yolunu açıyor.
Fiks menü rakının dahil olduğu yemeğe yanında kendi rakısını getirenden, telefonuna yüklediği aplikasyon ile içtiği her şişeyi kontrol edip içene çeşit çeşit davranışlar gördüm rakı içenlerde.
İçtiğini gönül rahatlığı ile içemiyor olması herhalde bir insanın içtiğinden aldığı bütün keyfi alıp götürüyordur.
İnsanoğlu yasaklara da fahiş vergilere de sürekli bir tepki gösteriyor. İçkiden alınan vergi öyle bir yere geldi ki rakı tüketim alışkanlıkları değişmeye başladı. 2019 senesinde alkollü içeceklerden alınan vergi motorlu araç vergisinin neredeyse iki katına çıktı.
Hal böyle olunca da rakı içenler kendilerine yeni yollar aramaya başladılar. Evsel tüketim için üretilmiş likör yapımında da kullanılan alkole anason yağı ekleyerek adına rakı denilmeyecek rakı benzeri bir içki üretmek gibi akla ziyan işler yapılıyor.
Zaten tarih boyunca hep böyle olmuş. Haksız vergiler ve yasaklar alkol tüketimini azaltmasa da illegal işlerin yolunu açıyor.
Tarihin tozlu raflarında yüzyıllar öncesine gitmeye gerek yok. Pek bilinmez ama, ilk meclis kurulduktan üç gün sonra verilen bir teklifle Türkiye Cumhuriyeti’nde içki yasaklanmış ve bu yasak 1920-1926 yılları arasında uygulanmıştır.
Yasayı hazırlayan Ali Şükrü Bey’in (ki sonradan Topal Osman tarafından öldürülmüştür), gelir kaybı gerekçesiyle yasaklamaya karşı çıkanlara “Bir milyon lira kaybetmek mi, yoksa Rum ve Ermenilerin cebine içki satışından 120 milyon lira girmesi mi tercih edilir?” dediği, meclis tutanaklarına geçmiştir. Yani yasakların günahtan başka sebepleri de varmış...
Çankaya Köşkü’nün sofrasında ve Ankara Emniyet Müdürü’nün zulasında içki hiç tükenmemiş ama bu anlamsız yasa 1926 yılına kadar sürmüş.
İçki içilmesini engellemeyi amaçlayan yasanın yürürlüğü girmesinden sonra olanları, Hüseyin Rahmi Gürpınar, ‘Meyhanede Kadınlar’ adlı risalesinde şöyle anlatır: “İçki yasağı koymakla içki içmeyi engellemek şöyle dursun, herkesi içmek için kışkırttı. İsteği artırdı. Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis, zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı. Bütün meyhanelerde küp dibi tortularına kadar bayat sermayeler sürüldü. Hiç kullanmayanlara bile iştah geldi. Her yerde yeniden imbikler ısmarlandı. Açık olmayan bir yasaklama. Hükümet, kapalı gişe, açık gişe, dam altında, damsız yerde içenlerle, kendini bilecek, bilmeyecek kadar sarhoş olanlar, bir okka fazla-eksik gibi ayarsız, ölçüsüz, tartılı-tartısız uygulanması olanaksız muammalarla oynarken sokaklar sarhoş naralarıyla inliyor.”
Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur ise, uygulamanın pek iyi işlemediğini şöyle anlatıyor: “İmbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar hükümetin muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler. Bunların biri Ankara Polis Müdürü Dilaver, diğeri Bursa Valisi Fatin’dir. Mükemmel rakı çıkarıp iyi ticaret yaptılar. Dilaver Rumelilidir. Galiba Arnavut. Fatin Giritli. Bunların ikisi de Mustafa Kemal’in gözdeleridir. Zaten böyle olmasalar meyhanecilik yapamazlar. Mustafa Kemal’in rakılarını da bunlar yaptılar. Mustafa Kemal bir gün rakısız kalmadı.”
Benzer bir yasanın ABD’yi neredeyse bir suç imparatorluğuna dönüştürdüğünü anlatan, Al Capone’lu onlarca film hatırlıyorum.
Türkiye’de yetiştirilen üzümün sadece yüzde ikisi şarap üretiminde kullanılıyor. Şarap gibi katma değeri yüksek bir ürün için kullanacağımıza en ucuz yollarda harcıyoruz.
Daha barışçıl, daha zengin bir ülke olmak için belki de en iyi yol daha adil bir vergi sistemiyle alkollü içki satmak olabilir.