BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

İç ve dış politikamız: Ayvaz Kasap, Hep Bir Hesap

Bugün tüm sivil toplum barışçı çözüm öneriyor, Tek Adam Yönetimi ise sadece silahlı çözüm. Biliyor musunuz, “sivil toplum”un dünyada adının bile olmadığı 1930’larda, bizzat devletin içinde Kürt meselesi için 2 çözüm yolu önerilmişti:

Şu anda, biri iç öteki dış politikaya ilişkin olmak üzere iki baba konumuz var gündemde.

İç politikada Davutoğlu, malum, CB Erdoğan’a meydan okudu: “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok insan insan yüzüne çıkamaz (…) İleride bir gün TC tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olacaktır” dedi .

Neden yapıldığı anlaşılmayan bu açıklamaya tepkiler çeşitliydi. Büyük çoğunluk ve özellikle de bu dönem içinde katledilmiş olanların yakınları umutla heyecanlandı ve “Anlat! Anlat!”lara başladı.  

Erdoğan ise, yanıtlamak yerine, İstanbul’a da kayyım atayacağı imasında bulunmayı (yani, gerginliği tırmandırmayı) tercih etti

Ardından, farklı bir yorum geldi Davutoğlu’na. Duvar’dan İrfan Aktan, Davutoğlu’nun bu lafları o rezaletlerin ortaya çıkması için değil, o süreçteki kendi aktif rolünün bilinmesi için ettiği yorumunu yaptı . Agos ve Artıgerçek’ten Yetvart Danzikyan da, “Davutoğlu’nun, ’MHP terörle mücadelede beni yalnız bıraktı’ demek için bunları söylediği ortaya çıkıyor” dedi

***

Ayvaz Kasap. Çünkü kim neyi niçin yaparsa yapsın, neyi nasıl söylerse söylesin, sonuç hiç fark etmiyor:

Dağa çıkan Kürtler çoğu zaman yeri belli olmayan mezarlara gönderiliyor, ovada siyaset yapan Kürtlerin oyları çöp sepetine, oturma protestocuları da gazlandıktan ve coplandıktan sonra gözaltına. 

“Netçe itibariyle”, Türkiyeli Kürtler Türkiye’den adım adım soğutuluyorlar. 

Acaba bu sonucu doğuran politikanın adına bölücülük desek ne dersiniz?

***

Dış politikaya geçelim de, önce bir tutam yakın tarih:

Bugün tüm sivil toplum barışçı çözüm öneriyor, Tek Adam Yönetimi ise sadece silahlı çözüm

Biliyor musunuz, “sivil toplum”un dünyada adının bile olmadığı 1930’larda, bizzat devletin içinde Kürt meselesi için 2 çözüm yolu önerilmişti:    

Birincisi: Islahat yapalım. Okul ve hastane gibi tesisler götürelim, tarımı destekleyelim, karnını doyurmak için eşkıyalıktan başka çaresi olmayan Dersimlileri kazanalım (Elazığ Valisi Cemal Bey; bugünkü tarihçi Murat Bardakçı’nın dedesi olur); 

İkincisi: Dersim bir çıbanbaşıdır, derhal ezelim (Hamdi Bey, İbrahim Tali [Öngören] Bey). Bunlar, yöntem de öneriyor: “Köylerin uçaklarla yoğun biçimde bombalanması suretiyle hayvan ve ekinlerin telef edilmesi ve köylülerin yüreklerine korku salınması” ve “Özellikle sarp tepelerde münferit ev ile mezraların, eşkıya barınmasın diye yakılıp yıkılması”. 

Bu ikincilerden öğrenmiş olacaklar, bu reçete ABD’nin yaklaşık otuz yıl sonra Vietnam’da pirinç tarlalarını bombalayarak uyguladığı, devletimizin de halen uygulamayı sürdürdüğü reçete.

***

Ayvaz Kasap, Hep Bir Hesap derken: 

1930’larda Türk ordusu dönemin yeni silahını, yani uçak’ı kullanmıştı (Hatun Sebilciyan kardeşim, sen değil, Sabiha Gökçen…). Yeniliğini şuradan hesaplayın ki, ünlü Royal Air Force’un kuruluş tarihi 1923’tür. 

1930’larda tüm Avrupa’ya faşizm hakimdi; insan hakları konusunda dünya kamuoyu kavram olarak bile yoktu. Komşu ülkelerde dağa çıkmış Kürtler yoktu. 6 milyon nüfuslu Kürdistan Bölgesel Yönetimi yoktu. Suriye Kürtlerinin varlığı bile bilinmiyordu. Üstelik, II. Dünya Savaşı yaklaştığı için TC’yi herkes kendi tarafına çekmeye çalışıyor, ona içeride karışmayı aklından bile geçirmiyordu.   

1930’larda Türk devletinin bunca “müsait ortam”a rağmen ortadan kaldıramadığı Kürt hareketi ve Kürtler bitirilecek herhalde, bugünün küreselleşmiş ortamında…

***

Dış politikaya geçelim diyorduk, buyurun: 

“Beka sorunumuz var” deyip, aynen İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı gibi, Suriye ve Irak’ın kuzeyini işgal ettik, kendi ülkemiz yerine adamların ülkesinde “güvenli [yani Kürtlerden temizlenmiş] bölge” ilan ettik. “Gözlem noktaları” yani üsler kurduk. Bunlar şimdi yerel güçler tarafından sürekli bombalanmaya başlandı. Son olarak 3 şehit, 7 yaralı. 

Morik üssünü, pardon, “9 no’lu gözlem noktası”nı Suriye kuşattı. Batı blokunu bölmek açısından kendisi için çok kıymetli olan Türkiye fazla hırpalanmasın diye Putin oraya Rus askeri sevk etmiş durumda .

Operasyonların adları da anlamlı. Önce “Zeytin Dalı” yani barış. Ardından “Fırat Kalkanı” yani savunma. Nihayet, “Pençe Harekatı”. Şimdi de Türkiye topraklarına “Kıran Harekatı”.  Pençelemek, kıran sokmak…

Yine son olarak Suriye İdlip’te Türk konvoyu vuruldu. Vuran ve niye vurduğu hakkında rivayet muhtelif. Murat Yetkin Rus uçağı diyor , Kadri Gürsel ise Suriye uçağı . 

Ama Ayvaz Kasap usulü, fark eden bişey yok çünkü hem Putin’in izni olmadan Esad vuramaz, hem de vuruş alabildiğine “dikkatli”. Zira Milli Savunma Bakanlığı’nın “3 sivil öldü” dediği, konvoya yol gösteren 3 şeriatçı. Bu son olay, Türkiye’nin aklını başına toplaması için Rusya’dan “ince” bir uyarıyı andırıyor.  

Bitireyim artık:

***

1) Türk dış politikası hiç böyle olmamıştı. 

Mesela ABD’yle iş tutup edip “güvenli bölge” kurmaya çalışırken Rusya’yı kudurtuyor, mesela S-400’leri alıp Rusya’yla iş tutarken de ABD’yi. Türkiye’ye hiçbir zaman saldırmamış Suriye devletinin toprak bütünlüğünü hiç açmıyorum. Bütün bunlara sebep? Türkiye’nin dışındaki Kürtleri de vurmak. 

Bu arada, işin başka bir yönü de var. Emperyalizm, iki olgunun birleşmesiyle oluşur: İşgal ve Sömürü

Gerçi işgalin geçici olduğu/olmak zorunda olduğu dikkate alındığında Türkiye’ye emperyalist demek zor. Üstelik Türkiye’nin eti ne budu ne; emperyalizm güçlü ülkelerin işi. Fakat “Gözlem noktaları” mide bulandırıyor. 

Gerçi (söylendiğine göre 50.000 ton) Afrin zeytinyağının ithalat işlemi görmeksizin Türkiye’ye “taşınması ve Batı’da çalkantı yaratan ihracatı haberleri var, ama içeriden ve özellikle de dışarıdan gürültü kopunca arkasının geldiğini göremedik şükür. Fakat bu da ikinci olguyu akla getirerek mide bulandırıyor.

2) Türk iç politikası hiç böyle olmamıştı. 

Bir kere daha, seçilmiş belediye başkan ve meclislerinin yerine atanan valiler. Doğa seller ve yangınlarla uyarırken devletin düzmece ÇED raporları ve maden şirketlerinin ağaç katliamları. Bitmek tükenmek bilmeyen kadın cinayetleri. Kayyım tarafından sunulacak on binlerce liralık hediyeleri AKP’li liderlerin kuyumcuya giderek bizzat seçmeleri ve bunların çarşaf çarşaf faturaları ve fotoğrafları. Son 5 yılda 3.292 cami, 56 kütüphane açılması ... 

Veee, TÜBİTAK’ın Diyanet İşleri Başkanlığı’yla işbirliği halinde, imsak ve yatsı vakitlerinin tespiti konusunda “İslam dünyasında yaşanan ihtilafı sonlandırmak amacıyla” 1 milyon TL fon ayırarak kurduğu sistemin, ilk “hilal tespiti”ni yapması ().

Ben hakikaten bitireyim artık.