İklim krizine karşı 'Yokoluş İsyanı'

İklim krizi buzulların erimesi ve hava sıcaklıklarındaki önlenemez yükselişle uzun süredir kendini belli ediyor. Çevreye verilen zararın önlenmesi için çalışan sivil toplum kuruluşları ve sivil hareketler, seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu hareketlerden biri de çalışmalarına geçen yıl Ekim ayında başlayan, İngiltere merkezli "Yokoluş İsyanı" (Extinction Rebellion). Sekiz aydır bu hareketin içinde yer alan iklim aktivisti İren Bıçakçı’yla, iklim krizini ve grubun kampanyalarını konuştuk.

Yokoluş İsyanı hareketi nedir? Nasıl ortaya çıktı? 
Geçen yıl Ekim ayının sonunda Londra’da ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan bir çevre hareketi bu. Mevcut çevre sivil toplum kuruluşlarının iklim krizinin farkında olmalarına rağmen hükümetlerin bu kriz karşısındaki eylemsizliklerine gerekli tepkiyi vermemeleri bu hareketi doğurdu. Çünkü yayımlanan raporların, imza kampanyalarının ya da yürüyüşlerin gerekli etkiyi yaratmadığı, hükümetleri harekete geçirmediği açıktı. Bu nedenle, Yokoluş İsyanı aktivistleri, ilk eylemlerinden birini Greenpeace Genel Merkezi’nde yaparak, bu krizle mücadelede artık çevre sivil toplum kuruluşlarına güvenmeyeceklerini ve harekete geçeceklerini duyurdular. İlk sokak eylemlerini de Londra’da parlamento binasına giden yolları kapatarak yaptılar. Bu şekilde hayatı durdurdular; dikkat çektiler, ne olduğunu soran insanlara iklim krizini anlattılar. Manifestolarında, bir an önce harekete geçilmesi için şiddetsiz sivil itaatsizlik eylemlerine devam edeceklerini ve hükümetler harekete geçene kadar durmayacaklarını ilan ettiler ve durmuyorlar da. Şiddetsiz sokak eylemleriyle üç ana talep üzerinden hükümeti iklim krizine karşı harekete geçirmeyi amaçlıyoruz. İlk talebimiz hükümetin iklim kriziyle ilgili gerçeği söylemesi. Çünkü ciddi bir krizin içindeyiz ama buna yeterince önem verilmiyor, dolayısıyla harekete de geçilmiyor. Halbuki böyle bir lüksümüz ve zamanımız yok. Diğer talebimiz ise iklim acil durumu ilan edilerek karbon salınımlarının bir an önce sıfıra indirilmesi. Son olarak da, ‘sıfır karbon’a geçmek için kararlaştırılan gerekli adımların denetlenmesini istiyoruz.

İklim krizi şu anda hangi boyutta?
Dünya, Sanayi Devrimi’nden bu yana insan faaliyetleri nedeniyle 1°C ısındı ve şimdiden aşırı hava olayları ve iklim göçleriyle birlikte altıncı kitlesel Yokoluş başladı. Yayımlanan raporlara göre, sera gazı salınımlarına bu şekilde devam edersek sıcaklık artışı 2030 yılında 1,5°C’yi geçecek. 1,5°C sınırı gerçekten önemli, çünkü bu sınırı aştığımız takdirde dünyayı geri döndürmek için yapabilecek bir şeyimiz kalmamış olacak. Yani dünyada zaten başlamış olan Yokoluşu durdurmak için 11 senemiz kaldı. Bu abartılmış bir ifade değil, hatta çok iyimser. Durum gerçekten vahim ve bir şeyler yapabilecek tek nesil biziz. Bir sonraki kuşağın böyle bir şansı olmayacak. Yokoluş İsyanı’nın çok anlamlı bulduğum bir sloganı var: “Biz değilsek kim, şimdi değilse ne zaman?” 

Krizin sorumlusu kim?
Elbette hepimizin karbon ayak izi var ve çevreye zarar veriyoruz ama iklim krizinin asıl sorumlusu bizler değiliz, sistem. Sistem değişmedikçe bizim suyu az kullanarak, et yemeyerek ya da ışıkları kapayarak krizi durduramayacağımız aşikâr. Mesela havadaki karbondioksit miktarındaki artışın en büyük kısmı fosil yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Evet, doğal gazı, petrolü kullananlar biziz ama kömürü, petrolü toprağın altından çıkarıp bizi ona bağımlı hale getiren, sistem. Yokoluş İsyanı da suçun bireylere indirilmesini eleştiriyor ve direkt sistemi eleştiriyor. Yani sistemin değişmesi gerek. 

İren Bıçakçı

İklim krizinin şu anki etkileri nelerdir? Yakın gelecekte ne tür tehlikelerle karşı karşıya kalacağız?
İklim krizi nedeniyle aşırı hava olaylarının sıklığı ve şiddeti artıyor. Mesela 1980’lerde dünyada yılda ortalama 40 civarında sel oluyormuş, şimdi ise bu sayının 200’lerde olduğu söyleniyor. Daha geçen hafta İstanbul’daki selde bir kişi hayatını kaybetti, geçen ay Ankara’da üç kişi yine selden hayatını kaybetmişti. Sel, hortum, orman yangını, toprak kayması ve kuraklık gibi olaylar medyada ‘doğal’ afet olarak yer aldığı için, bunların iklim kriziyle doğrudan bağı göz ardı ediliyor. Sıklığı ve şiddeti de olağan bir şeymiş gibi geliyor. Oysa etkisi gitgide artan bu felaketleri durdurmak için acilen bir şeyler yapmamız gerek. Elbette sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de olağanüstü hava olayları oluyor. Geçen Mart ayında Güney Afrika’da meydana gelen İdai Kasırgası’nın bugüne kadar Güney Yarımküre’yi vuran en büyük felaketlerden biri olduğu söyleniyor. Kasırga nedeniyle 700’den fazla kişi hayatını kaybetti. Üstelik ‘şanslı’ olarak nitelendirebileceğimiz hayatta kalanlar için de durum çok zor. Kasırganın etkisiyle, en temel ihtiyacımız olan temiz suya erişimden ve barınma imkânından yoksun kaldıkları için göç etmek zorundalar. Karşı karşıya olduğumuz diğer bir problem de deniz seviyelerinin yükselmesi. Kutuplardaki buzulların erimesiyle yükselen okyanus seviyelerinde 2100’e kadar yaklaşık bir metrelik yükseliş bekleniyor. Bu, birçok şehri sular altında bırakmaya yetecek ve insanları iklim göçüne zorlayacak. Bunun gibi niceleri olduğundan ve olacağından, geleceğin en büyük meselelerinden biri iklim mültecileri olabilir. 2050 yılında 150 milyondan fazla iklim mültecisi olacağı söyleniyor. Temiz suya ve gıdaya erişemeyen, barınacak yeri olmayan herkes, görece daha iyi koşulların olduğu bir yere göç etmek zorunda kalacak. Ama gideceğimiz her yerde, koşulların şimdi yaşadıklarımızdan kat be kat kötü olacağını unutmamak gerek. Üstelik iklim krizi sadece insanları değil, ekosistemdeki bütün canlıları etkiliyor. Okyanusların asitlenmesi ve denizlere atılan plastikler nedeniyle deniz ekosisteminde de büyük bozulmalar var. 

‘Sıfır Gelecek’ kampanyası neyi hedefliyor?

Türkiye’deki 10 kadar sivil toplum kuruluşu ve çevre hareketiyle birlikte başlattığımız bir kampanya bu. Bireysel ve kurumsal olarak destek olmak isteyen herkese açık, çünkü amacımız aynı kaygıyı taşıyan kişi ve kurumların güçlerini birleştirmek. Çocukların başlattığı küresel iklim grevlerinin üçüncüsü 20 Eylül’de olacak; bu sefer sadece çocukları değil yetişkinleri de greve beklediklerini duyurdular. Bu küresel grev gününü de kapsayan ve “Ya sıfır karbon gelecek, ya sıfır gelecek” sloganımızdan da anlaşıldığı gibi, temelde karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar sıfırlanmasını amaçlayan bir kampanya. Kampanyaya ‘2030’da ben’ adlı bir sosyal medya kampanyasıyla başladık. Büyük küçük herkesten 2030’a dair umutlarını, beklentilerini veya endişelerini anlattıkları kısa videolar çekip ‘#2030daben’ etiketiyle paylaşmalarını bekliyoruz. Bu videolarla aslında 2030’un uzak bir tarih olmadığını ve hepimizin hayallerinin olduğunu göstermek istedik. Ardından, beş hafta boyunca her hafta, iklim krizine neden olan veya onun sonucu olan gıda, fosil yakıt, hava kirliliği, ormansızlaşma, türlerin Yokoluşu ve iklim adaleti temalarının işlendiği sosyal medya paylaşımları, etkinlikler, film gösterimleri, paneller ve sokak performansları yapacağız. 20 Eylül küresel genel grev günü ise büyük küçük herkesin katılımına açık olan yürüyüşün ardından bir festival yapacağız. 20 Eylül’ün sadece bir başlangıç olacağını düşündüğümüz kampanyanın detaylarını ‘Sıfır Gelecek’ adlı sosyal medya hesaplarından veya internet sitesinden takip edebilirsiniz.

Kazdağları’nda yapılan çevre katliamı gündemde. Salda Gölü ve birçok diğer yerde de benzer katliamlar var...
Kaz Dağları’nda altın aramak için 195 bin ağacın kesilmesi, Salda Gölü için düşünülen millet bahçesi projesi ya da Hasankeyf’teki HES projesi, ekonomik veya siyasi çıkarların öncelik haline gelmesinden kaynaklanıyor. Önceliğimiz yaşadığımız ekosistemi ve sahip olduğumuz biyoçeşitliliği korumak olursa bunlarla karşılaşmayız. Ben de bunun için mücadele ediyorum.

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında