"Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar, ki onlar, Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar.” Can YücelAnahit inancının üzümleri olgunlaşmadan yemeyi yasaklayan âdeti de şimdilerde “üzüm bayramı” olarak da bilinen bir adet olarak ‘Verapohum Surp Asdvadzadzin’, yani Meryem Ana’nın göğe alınışı şeklinde, bu sefer Anahit’in adıyla değilse de başka bir kutsal kadının adıyla devam ediyor. Artık Anadolu’nun hiçbir yerinde o üzümlerden şarap yapan Ermeni kalmamışsa da hala üzüm okunmadan yenmiyor…
Temmuz ortalarıydı. Sıcaktı. Hani Nazım’ın dediği gibi bir ‘sapı kanlı, demiri kör bıçaktı sıcak...’ Bu sıcakta bağın her sırasına ayrı ayrı bakıyordu. Kışın sanki ölü bir ağaç gibi toprağın üzerinde duran asmanın dallarına önce su yürümüştü, sonra asma yeşillenip, coşmuştu. Başlı başına büyük bir mucize gibi o kuru dalların arasındaki gözler patlamış, salkım taslakları oluşmaya başlamıştı. O minik yeşil noktacıklar büyüdüğünde üzüme dönüşecek, her şey iyi giderse bu sene iyi şarapları olacaktı. Ama iyi şarap için önce iyi üzüm ve iyi bir mevsim gerekliydi. Bunları düşüne duran bağcı, kalem gibi dizilmiş bağ sıraları arasında merakla, ümitle ve biraz da endişeyle ilerliyordu. Bütün bir yılın emeği önünde uzanıyordu. O ümitle kazasız belasız bağ bozumu zamanı gelmesini bekliyordu.
Bin yıllardır üzerinde yaşadığımız topraklarda pek çok şey değişti. Devletler, inançlar, kurallar, hatta toplumlar... Ama şu sözünü ettiğimiz kısacık durum hiç değişmedi. Ha 8000 yıl önce ha bugün... Bağda her şey aynı şeklinde devam ediyor. Bağcılar hala aynı ümitle, aynı dualarla bağlarının başlarına gelecek bağ bozumunu bekliyorlar. Belki de bu mutlaklık, bu değişmeyen düzen yüzünden insanoğlu bağ bozumunu; özellikle Anadolu’da hep bir ritüel, kutsiyet ve kutlama olarak gördü.
Bağ bozumu vakti asla sadece üzümün toplandığı zamanı anlatmaz. Bağ bozumu Anadolu için aynı zamanda bir mevsimin adı ve bin yıllardır kutsal addedilmiş bir zaman dilimi... Anadolu’nun kadim halklarından Süryaniler/Aramiler üzümün olgunlaştığı aya ‘üzüm’ manasına gelen ‘Aylül’ adını vermişler; nitekim Eylül ayının etimolojik kökeni de bağbozumuna dayanır.
Üzümün olgunlaşması, -pek çok meyveden farklı olarak- toplandıktan sonra devam etmez. Bu nedenle meyve ancak görünüş, renk, lezzet ve yapı bakımından arzu edilen düzeye ulaştığında bağ bozumunun yapılması gerekir. Bu dönem Anadolu’da yaşanan mevsimsel bir göç dalgasıyla kendini gösterir. Örneğin Anadolu'nun doğusundan, büyük kafileler, üzüm toplamak için batıya göç ederler. Bağlarıyla meşhur Batı Anadolu kasabalarında sıkça karşılaşılan, bir arada bulunan çok sayıdaki o derme çatma muşamba barakaların sebebi de budur. Ve bağlarda en fazla kadınlar çalıştığından, çadır sakinleri de çoğunlukla kadınlar ve onların çocuklarıdır.
Tek Tanrılı inanışlar öncesinde bağbozumu tüm Eski Dünya’da olduğu gibi Anadolu’da da pagan topluluklarca her yıl bir şenlik olarak coşkuyla kutlanırdı. Kutlanan ise tam da üzümün dalından koparılışı, yani ‘bağ bozumu’ydu. Hatta denen o ki, ‘parmak şıklatma’ ve bu hareketle üretilen ses de o şenliklerden kalmadır. Rivayete göre aynı elin parmaklarını üst üste getirip sertçe kaydırarak hareket ettirmek, üzüm dalının kırılırken çıkardığı sesi taklit etmektedir. Antik çağın bağ bozumunun bitişinde yapılan görkemli kutlamaları anlatan hemen hemen tüm sanat eserlerinde ise Dionysos elinde kadeh, güzel kadınların ortasında ata biner gibi oturduğu bir şarap fıçısının üzerinden, eğlenenleri seyreder şekilde resmedilir.
Bu coğrafya aynı zamanda Tanrıça Anahit’in de vatanı. Anahit, Aramazt'in kızı, en büyük tanrıça, altın ana, kutlu, temiz, saf ve bakire idi. Onun için günler kutlanırdı. Anahit için tutulan gün Navasart denilen yeni yıl kutlamasının hemen sonrasında gelirdi. Ve en kutsal yemişin yani üzümün toplanması için Anahit’in gününün gelmesi beklenir ve olgun ballı üzümler, çeşmelere, sunaklara ve Anahit heykellerine konulduktan sonra ancak, yenilebilirdi. Anadolu’nun en kadim tanrıçalarından Anahit bir nevi üzümlerin olgunlaşmasının nöbetini tutardı her yıl. Bu sayede iyi şaraplar üretilir ve satılabilirdi. Anadolu’nun yerli halkı Ermeniler Anahit aracılığı ile en önemli geçim kaynakları olan şaraba uhrevi bir bağlam katmışlardı.
Anahit inancının üzümleri olgunlaşmadan yemeyi yasaklayan âdeti de şimdilerde “üzüm bayramı” olarak da bilinen bir adet olarak ‘Verapohum Surp Asdvadzadzin’, yani Meryem Ana’nın göğe alınışı şeklinde, bu sefer Anahit’in adıyla değilse de başka bir kutsal kadının adıyla devam ediyor. Artık Anadolu’nun hiçbir yerinde o üzümlerden şarap yapan Ermeni kalmamışsa da hala üzüm okunmadan yenmiyor…