Yanlış hatırlamıyorsam Ara Güler’in lafıydı, “Nereyi özlüyorsan oralısındır.” Ben İstanbul’dan uzakta kalırsam adayı özlerim. Adalar’ın, İstanbullulara verilen bir hediye olduğunu düşünürüm. Koca bir metropolün burnunun dibinde birer güzellik numunesidir adalar. Vapura bindiğinde en fazla bir saatte, direkt vapur bulursan yarım saat - 45 dakikada ulaşabildiğin, kurtarılmış bölgedir.Adada oturanından gezmeye gelenine, esnafına, hiç kimsenin kurallara uymamaya gösterdiği özen, Adalar'ı cennetten bir köşe olmaktan çıkarıp, bir cinnet merkezine dönüştürüyor.
Günübirlik bile olsa adaya gitmek insana nefes aldırır – daha doğrusu, aldırırdı.
Adalar artık, adalılara, adalara gezmeye gelene bir eziyet. Olmayan vapurlar, vapur yerine konan iptidai motorlar ve kimin hangi akla hizmet hazırladığı bilinmeyen kötü tarifeler yüzünden adaya ulaşmak, ulaşsan İstanbul’a dönmek başlı başına bir eziyet. Adalar’ın en eskilerinin artık adalara gelmemeye başlamalarının en önemli sebeplerinden biri bu.
Ama asıl sorun, adada oturanından gezmeye gelenine, esnafına, hiç kimsenin kurallara uymamaya gösterdiği özen, Adalar'ı cennetten bir köşe olmaktan çıkarıp, bir cinnet merkezine dönüştürüyor.
Daha geçen hafta, mangaldan çıkan yangın yüzünden binlerce orman canlısı ve ağaç göz göre göre yandı Heybeliada’da. Her haftasonu, daha büyük bir yangın olur mu korkusu oluyor herkesin üzerinde.
Marketlerde portatif mangal ya da mangal kömürünün satılmasının önüne geçmek kimsenin aklına gelmiyor. Sahiller, olabilecek en gayrimedeni şekilde birilerine peşkeş çekiliyor.
Adalar’da Reşat Nuri Gültekin’in, Sait Faik’in, İsmet İnönü’nün müze evleri, Bizans’ın en eski bazı kiliseleri, hatta Romen Diyojen’in mezarı, şahane köşklerin olması, kimsenin kültür turizmi yapmasına vesile olmuyor. Varsa yoksa ucuz plajlar... Onlar pazarlanıyor.
Kimsenin hiçbir kurala uymadığı bir yerde yasa koyucu ya da yasa uygulayıcı olmanın ne anlamı var ki?
Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmasının ardından çok sevinenlerden biriydim ama o sevinci, yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart gününün akşamı da yaşamıştım. Adalar’da Ekrem Gül kazanmıştı. Onun adalara bir vizyon katacağına olan inancımdı bu sevincin nedeni.
Çok kısa bir süre içinde öğrendik ki, buralar hevesin kursağında kalmasının vücut bulmuş hali.
Adalar garip bir kuralsızlıklar vahası.
Esnaf, yanında yöresinde ne kadar alan varsa işgal ediyor. Kaldırıma, yola, boş arsaya ne bulduysa koyuyor. Zabıtanın müdahale etmesini geçtim, alışveriş yapanlar da umursamıyor.
Yük taşımak için yapılmış elektrikli motorlarla ada turu yaptıranından, bu motorları taksi olarak kullananına, her türlü atraksiyonumuz mevcut.
Zaten o motorları kullanan adalılar da, sağ olsunlar, ada sokaklarını otoban gibi kullanıyorlar. Bazı sokaklar otopark haline gelmiş ama kimsenin umurunda değil. Kendi motorunu bırakabiliyor ya, gerisi teferruat.
Zabıtaya, yolun ortasına, güneşin alnına pet su şişelerini koyan esnafı söylüyorsun, “Üzerini kapatıyor ama’’ gibi şahane cevaplar alıyorsun.
Memleketin yetiştirdiği belki de en iyi grafik sanatçılarından İhap Hulusi için Kınalıada’da yapılan anıtın sadece kaidesi kalmış, kara bir mezar taşı gibi görünüyor. Kimse umursamıyor; “Bu taş niye böyle sahipsiz duruyor?” diye soran yok.
Vasata razı olmak, belki de insanın kendine yaptığı en büyük ayıp. İdare edip gidiyoruz işte. O idare durumları, bizi hep o vasatın da altına düşürüyor.
Adalar’ın şimdi bir fırsatı var: Rant peşinde koşmayan bir başkan. Beklentim büyük. Daha iyisini yapamaz mıyız gerçekten? Adalar’ı, adaların kültürünü anlatacak bir şeyler yapılamaz mı?
Yaşayıp göreceğiz.