Tekrar edilen İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi geride bıraktığımız 23 Haziran günü sonuçlandı. Ekrem İmamoğlu rakibi Binali Yıldırım’a 800 bin oy civarında bir fark atarak İstanbul’un Belediye Başkanı oldu.Evet belki AKP ve Erdoğan rejimi ekonomik krizin ve dış politikadaki savrulmaların da etkisiyle artık yıpranmaya başlamıştır. Dolayısıyla “doğal haline” bırakıldığında bu rejimin gibi her rejimin de sona yaklaşması yoluna girmiş olabiliriz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şu.
Şimdi herkes şu soruyu soruyor: Bu nasıl oldu?
Çeşitli açıklamalar var elbette. Öncelikle ekonomi. Kriz tüm toplumu ama özellikle de İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşayanları artık iyice zorlamaya başladı. Ama belki buna şu itiraz öne sürülebilir: 31 Mart öncesinde ede kriz yok muydu? Bu haklı bir soru ve demek ki bu sonucu sadece ekonomik krizle açıklamak yeterli değil.
İkinci açıklama seçmenlerin seçimin tekrar edilme gerekçelerine ikna olmadığı ve İmamoğlu’nun bu sürecin bir mağduru olarak gördüğü. Bu da mümkün. YSK’nın seçimi iptal etmesi gerçekten de akıl alır gibi değildi ve belki bir bölüm seçmen bunu da dikkate alarak İmamoğlu’na meyletmiş olabilir.
Üçüncü açıklama Kürt oyları. Hatırlanacaktır, 31 Mart öncesinde de -siyasi nedenlerle hapiste tutulan- HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş İmamoğlu’nu işaret etmişti. Demirtaş ve mevcut HDP yöneticileri bu seçim öncesinde de aynı mesajları verdiler. Ancak Erdoğan rejimi burada bir son dakika hamlesi yaptı ve Abdullah Öcalan ile görüşen, ismi pek bilinmedik, devlete yakın olduğu da anlaşılan bir akademisyenin eliyle Anadolu Ajansı’nda bir mektup yayınlandı. Bu mektuba göre Öcalan HDP seçmenlerine tarafsız kalma çağrısı yapıyordu. İş bununla da kalmadı, gerek Erdoğan ve AKP’liler, gerekse MHP Genel Başkanı Bahçeli bu mesajın bir anlamda daha geniş biçimde duyulması işine soyundular. Bunun gerek Kürt seçmenlerde gerekse AKP ve MHP seçmenlerinde ters teptiğini söyleyebiliriz. Kürt seçmenler bunun bir devlet oyunu olduğunu görürken, AKP ve MHP’nin milliyetçi seçmenleri ise rejimin böyle bir işe kalkışmasına –belli ki- tepki gösterdiler. Neyse, dolayısıyla Kürt seçmenler diyebileceğimiz Kürt Siyasi Hareketi’ne yakın kesim de bu kez daha da istekli olarak İmamoğlu lehine sandığa gitmiş olabilir.
Bu notlara şu nokta da eklenebilir. Pontus meselesi, daha doğrusu İmamoğlu’nun “Pontusçu” olmakla suçlanması öyle görünüyor ki bir Trabzonlu olan İmamoğlu’nu kendilerinden gören Karadenizli seçmenlerde bir kızgınlık yarattı. Bu kızgınlığın temelini “Rum olsa ne olur?” gibisinden bir eşitlikçi yaklaşım oluşturmuyordu muhtemelen, ancak bu meselelerin de seçim malzemesi yapılması belli ki AKP’ye yönelik bir tepki yarattı.
Bütün bunlar mümkün ve olabilir. Ancak bu tablo hiç şüphesiz bize daha ileri mesajlar da veriyor. Öncelikle bu sonuç AKP iktidarının artık sonuna yaklaştığımızın bir göstergesi mi? Mümkün ama kesin konuşmak için erken. Şu açıdan erken:
Evet belki AKP ve Erdoğan rejimi ekonomik krizin ve dış politikadaki savrulmaların da etkisiyle artık yıpranmaya başlamıştır. Dolayısıyla “doğal haline” bırakıldığında bu rejimin gibi her rejimin de sona yaklaşması yoluna girmiş olabiliriz.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken şu: Parti ve devlet artık iyice içiçe girdiği gibi, son beş altı yıldır devlete eklemlenmiş eski klasik devlet unsurları bu iktidara bağımlı hale gelmişlerdir. Dolayısıyla bir parti-devletin iktidarı bırakması oy oranları düşse bile, hiç de kolay olmayacaktır. Sonuçta Türkiye’de yargı, ordu ve güvenlik güçlerini kontrol eden ve ona ideolojik bir biçim veren bir iktidardan bahsediyoruz.
Dolayısıyla değişimin kendini daha güçlü ve Türkiye’nin her alanında belli etmesi gerekiyor. Çünkü unutmayalım, Türkiye’de üretim ve eğitimin motoru olan büyük şehirler her ne kadar CHP- İYİ Parti ittifakına meyletmiş olsa da İç Ege, Karadeniz. Orta Anadolu ve Doğu Anadolu hala AKP-MHP İttifakının yanındadır. Dolayısıyla bu dalganın tüm Türkiye’ye yayılması hem zaman alacak hem de –bir ihtimal- kolay olmayacaktır. Üstelik bu seçmen kitlesinin artık daha da muhafazakarlaşan ve AKP iktidardan giderse kaybedeceği çok şeyi olacağını düşünen bir kitle olması da hesaba katılmalı.
Özetle bundan sonrası bilhassa Ekrem İmamoğlu ve CHP yönetiminin göstereceği performansa bağlı. Muhtemelen onlar da bunu bildikleri için her açıklamalarında “Ayrımcı olmayacağız, kucaklayıcı olacağız” diyorlar.
Bu konuları belli ki önümüzdeki haftalarda daha çok tartışacağız. Haklı ve özlenen kutlamalar bittikten sonra diyeceğim şey şudur ki, uzun ince bir yol var önümüzde.