BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

S-400 meselesi, bu sefer tamamen teknik askerî açıdan

Geçen hafta, memleketin başına durduk yerde büyük bela açan S-400 işinin siyasi yönünü yazdım. R. T. Erdoğan iktidarının bu Rus silah sistemini sadece ve sadece iki sebeple almak istediğini söyledim: 

1) Türkiye’nin değil, iktidarın beka sorununu hafifletmek amacıyla korku yaratmak için;

2) Suriye topraklarına saldırmada elinin serbest kalabilmesi amacıyla Putin’e rüşvet vermek için.

Şimdi gelelim, olayın tamamen teknik askerî yönüne. Çünkü siyasi bakımdan sakıncalar taşıyan bir silah eğer teknik açıdan çok üstün niteliklere sahipse, olaya farklı bakmak gerekebilir.

Ben silah işlerinden anlamam. Ama anlayan kişiler tanırım. Biri general olmak üzere, iki emekli havacı kurmay subaydan edindiğim bilgileri sizi sıkmadan özetleyeceğim.   

***

Havacı subay arkadaştan aldığım, S-400’leri Patriotlarla da karşılaştırmalı biçimde inceleyen 33 sayfalık bir rapor var. O kadar ayrıntılı ki, bir sivilin anlayıp değerlendirmesi çok güç; hele de benim gibi silahlardan tiksinen bir sivilin. Bu nedenle, işin özünü iyi veren Sonuç bölümünü kısaca özetleyeceğim.

Bunu yaparken de, balistik füzelere ilişkin kısımları dışarıda bırakacağım. Çünkü kimyasal, biyolojik, nükleer başlık taşıyan ve atmosferden çıkıp tekrar girerek vuran bu süper füzelerin Türkiye’ye atılmakla ilgisi yok.

1)  S-400’ler, Türkiye’deki komuta kontrol ağına ve diğer silah sistemlerine entegrasyonu mümkün olmayan, bu nedenle de etkin şekilde kullanılamayacak bir sistemdir.

2) Yenilikçi ve ayırt edici hiçbir teknolojisi olmayan klasik bir hava savunma sistemidir. [Kıbrıs’ın alıp da depoya kaldırdığı] S-300 sisteminin yapısal değişiklik içermeyen, modernize bir versiyonudur.

3) Patriotlara göre mobilitesi daha yüksektir fakat radarları, füzeleri ve taşıyıcıları çok büyük boydadır. Ayrıca, en kritik unsuru olan atış kontrol radarı 90 derecelik sektörel atış kısıtlamasına tabidir. Bu nedenlerle, büyük harp gemilerinin refakatteki küçük destroyerler tarafından korunmasına benzer biçimde, düşman uçakları tarafından kolayca imha edilmemesi için başka silah sistemlerinin koruması altında bulunmak zorundadır.

4) 4 adet bataryası 2,5 milyar dolar tuttuğu için, rakip sistemlerin iki katına ulaşan fahiş bir fiyatı vardır. Üstelik bu alım süreci hiç saydam olmadığı için, sisteme Rusya’nın getireceği güncellemelere ayrıca para ödenip ödenmeyeceği bilinmemektedir.

***

Rapor’a göre, Patriotlarda da bu durumların benzeri teknik dezavantajlar var. Fakat sonucun sonucu olarak, bir ülkenin savunma ve dolayısıyla dış politikasında bu kadar büyük sapma yapabilmek için S-400’lerin olağanüstü nitelikte teknik askerî avantajlar getirmesi lazım ki, böyle bir durum kesinlikle yok.

S-400 tamamen klasik bir sistem; dünyanın en gelişmiş ve tehlikeli hava savunma sistemi filan değil.

***

Bu Rapor’un yanı sıra, yakın arkadaşım olan emekli bir hava generaliyle konuştum. Şöyle diyor:

“Bilimsel verileri dikkate almadan, tek bir kişinin güç gösterisi amacıyla ve inadıyla yapılmış bir hatadır S-400 alımı. Şu sebepten:

“Kara-hava-deniz silahları, bunlara ilaveten bunların karargahları, harekât merkezleri, radarlar, radar harekat merkezleri ve yüzlerce kara-hava-deniz platformu, bütün bunların tümü, silah sistemleriyle inanılmaz biçimde entegredir. Bunlar her an birbirleriyle dijital olarak konuşurlar. Bu otomatiktir. Araya S-400 değil, komutan olarak ben bile giremem. Bu nedenlerle, S-400’leri ülkemizin mevcut sistemine entegre ederek kullanmak askerî bakımdan mümkün değildir.  

“Bu açıklama bilmem S-400 savunucuları için yeterli olur mu. Ama ben bunlardan da önemli iki noktayı düşünürüm:

“1) Tehdit nedir ki buna gerek duydunuz? Bir havacı asker olarak, bence katiyen tehdit yok; 2) Siz silahlandıkça hassasiyetiniz artar. Yani birileri ürker, potansiyel düşmana dönüşür ve silahlanır.” 

***

Askerî uzman görüşlerinden sonra, uluslararası ilişkiler okumuş bir sivil olarak ben de geçen hafta yazdıklarımı iki satırla bağlayayım:

Söylemesi ürkütücü ama, R. T. Erdoğan iktidarı (ve Türkiye) bu S-400’leri alsa da fena kaybedeceğe benzer, almasa da:

Almaktan cayarsa, Suriye macerasında tek dostu (aslında, tahrikçisi) Putin’i karşısına alacak. Ayrıca, ABD’ye fena boyun eğmiş olacak; üstelik Kongre’deki iki partiyi de (kendi aleyhinde) birleştirmek (“bipartisanship”) gibi az rastlanan bir marifete imza atarak. Dahasını istiyorsanız, bu boyun eğiş kendisinin iç politikada düşüşünü de hızlandıracak.

Caymaz da alırsa, hem bu yoklukta ülkenin milyarca dolarını harcadığı halde kullanamayacak, hem de kendisini şu durumda en azından teorik olarak koruyan NATO’yu yabancılaştıracak. Bu şıkkın sonu orta vadede hem dış hem iç politikada daha vurucu olacak.

Yani ne yaparsa yapsın, her halükarda hem Rusya’ya hem NATO/ABD’ye ciddi bedel ödeyip kaybedecek.

Bu nedenlerledir ki, Rusya durmadan “anlaşma gereği tüm sorumlulukları zamanında yerine getireceğiz” diye tekrarlarken, bizim iktidar en azından İBB seçimleri sonrasına erteliyor.   

Dünyanın en iyileri arasında yer alan Dışişleri Bakanlığı bürokratlarını devre dışı bırakıp orada da Tek Adam olmaya çalışmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de bu S-400 açmazı.

***

Bu kadar sert bir açmaz uluslararası ilişkilerde az görülür.

Bu ülkeye yazık. Türkiye önemli bir ülke, aslında.