YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sandık darbesi ve sonrası

Lafı uzatmaya gerek yok. AKP-MHP istedi, YSK da seçimi iptal etti. Seçmen iradesine darbe yapıldı. Manzara bu. Peki, bu durum bugüne ve ileriye dair bize ne söylüyor?

YSK 6 Mayıs Pazartesi günü kararını açıkladı. İstanbul seçimleri iptal. Seçim yenilenecek. Gerekçe, ilçe seçim kurullarında devlet memuru görevlendirilmemiş olması.
Bunun tek başına seçim yenilenmesine yol açmayacağı belli. Çünkü YSK bundan önceki bazı usulsüzlüklerde şu noktadan hareket ekmişti: “Yapılan yanlış, seçimlere tesir etmiş mi?” Etmediği durumlarda ‘tam kanunsuzluk’ olsa bile seçimlerin yenilenmesine karar vermemişti. Çünkü aslolan seçmen iradesiydi ve tecelli olan irade korunmalıydı. 
Şimdi bahsedilen gerekçenin seçime nasıl etki ettiği meçhul. Etki edip etmediği bile meçhul. Tut ki etti, o zaman ilçe seçimleri niye yenilenmiyor? Ve bu iş sadece İstanbul’da mı olmuş? Üstelik şu da var: Neredeyse tüm oylar defalarca sayıldı ve sonuç değişmedi, yani seçmen iradesi ayan beyan tecelli etmiş durumda. Lafı uzatmaya gerek yok. AKP-MHP istedi, YSK da seçimi iptal etti. Seçmen iradesine darbe yapıldı. Manzara bu. Peki, bu durum bugüne ve ileriye dair bize ne söylüyor?
CHP’de ve muhalefet çevrelerinde hâkim olan hava, yeni seçimleri İmamoğlu’nun rahat biçimde kazanacağı yönünde. Doğrusu Ekrem İmamoğlu’nun 6 Mayıs gecesi yaptığı konuşma da seçmen üzerindeki karamsarlığı dağıtan ve umut veren cinstendi. Ayrıca İmamoğlu’nun hem 31 Mart hem de 6 Mayıs sonrası süreci sakin ve kararlı biçimde götürdüğünü söylemeliyiz. Yani burada bir açıdan, yapılması gerekenler yapılıyor. CHP ve muhalefet cephesi seçmeni coşkulu, umutlu ve kararlı. Bu, muhalefet cephesi açısından pozitif bir manzara. 
Peki, bu hava içinde seçimlerin şimdiden kesinkes kazanıldığı ve ilave olarak AKP rejiminin de artık sonunun yaklaştığını düşünmek mümkün mü? Burada biraz durmak gerekebilir.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında da benzer bir hava oluşmuştu, hatırlanacaktır. Sandıktan çıkan irade çöpe atılmış, Kasım’da tekrar seçim yapılacağı (antidemokratik biçimde) belli olunca CHP ve muhalefet çevrelerinde “Yine aynı sonuç çıkacak” rahatlığı hâkim olmuştu. Ancak MHP AKP ile ittifak yaptı ve çözüm süreci masası devrilip savaş ortamında gidilen seçimlerde AKP tekrar tek parti iktidarını geri aldı. 
“Yine böyle olur” demiyorum elbette. Dinamikler artık epey farklı ve seçim sadece İstanbul’da olacak. Yani AKP ve MHP’nin oy depoları olan Orta Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu bu kez devrede değil. İstanbul, nüfusu ve seçmeniyle bir dönüşüm yaşıyor, bu da belli. Zaten bunu 31 Mart akşamından biliyoruz. Orada kazanılmış bir seçim var. Ekrem İmamoğlu da gitgide yükselen bir grafik çiziyor. Dolayısıyla farklı bir denklem var bu kez karşımızda. Ancak AKP’nin siyasal ve demokratik alanı ‘tarumar’ eden uygulamalarını da hep hatırımızda tutmalıyız. Yarın öbür gün yepyeni icatlarla ortaya çıkabilirler. Sonuç olarak, İstanbul seçiminin iptal edilmesi 31 Mart akşamı itibariyle akla gelse bile, “Bu kadarı da olmaz” deniyordu. Oldu. Baskı rejimleri böyle ilerliyor. Her gün yeni bir oyunla, icatla, “Bu kadarı da olmaz” denenlerle. 
Peki, AKP seçimleri iptal ve tekrar ettirerek kendi kalesine gol mü attı? Bunun da ötesinde, AKP için artık yol yokuş aşağı mı gidiyor? Mümkün. Eski AKP’liler Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun da artık harekete geçme niyetinde olduklarını gördüğümüze, böylesi isimlerin havayı iyi koklamadan harekete geçmeyeceklerini bildiğimize ve bütün bunların ötesinde 31 Mart’ta ülkenin endüstri, kültür, turizm ve eğitim hayatının motoru olan kentlerde AKP seçimi kaybettiğine göre, bunları düşünemez miyiz?
Düşünürüz. Gidişatın böyle olduğunu düşünmek gayet mümkün. Ancak denklemin öbür tarafında, devlet yapısına artık iyiden iyiye hâkim olan MHP ve eski klasik devlet yapıları var. Bunlar ve elbette AKP, ellerinde tuttukları iktidarı bırakmak istemeyecekledir. İstanbul seçimini iptal ettirmek bir tür örnek gibi. İş daha da ciddiye binince ne tür adımlar atabileceklerini hesaba katmak gerekir. 
Bunları söylerken karamsar bir tablo çizmek istemem. Tam tersine, ben de mevcut rejimin artık iyice tökezlediğini ve topluma anlatacak bir ‘hikâye’si kalmadığını düşünmekteyim. 
Bu tablo içinde CHP’nin boykot kararı vermeyip seçime girmesini nasıl değerlendirmeli? Seçime girme kararı bir yandan bu sandık darbesini olağanlaştırmakta ise de, bu tablo karşısında tekrar seçime girme yolunun denenmesi CHP dengeleri içinde anlaşılabilir. Zaten burada karar asıl olarak İmamoğlu’nda olmalı, çünkü süreci baştan beri yürüten o oldu. 
Velhasıl, demokrasiyi ve seçmen iradesini korumak, savunmak için yine uzun ve zorlu bir süreç var. Ama, daha önce de yazdığım gibi, kolay olacağını kim söyledi ki?