Bilhassa son 10 yılın seçimlerine damga vuran tartışmalardan biri de “hayali seçmen” oldu. AKP’nin kazandığı pek çok seçimden sonra muhalefet hayali seçmen iddialarını gündeme ve yargıya taşıdı. Ancak bu iddialar, kimi zaman güçlü bulgularla desteklense de, karşılık bulmadı, yargı tarafından ciddiye alınmadı.Mantık çok açık. Burada “millet” AKP seçmeni oluyor. Bu bile hayli sorunlu bir tarif iken aslında altında yatanın bambaşka olduğu çok açık. Yukarıda da bahsettiğim gibi burada “millet”ten, “vatandaş”dan anlamamız gereken AKP’nin kurduğu ekonomik sistemin başat aktörü olan müteahhitler, iş insanları, Erdoğan ve çevresinde klik ile AKP medyası. “Başkanım, bu seçim yenilenmeli” diyenler belli ki onlardır.
Bunda elbette AKP’nin yasama, yürütme, yargı ve medyayı elinde tutmasının büyük payı vardı. Fakat durum AKP tarafından elbette ki böyle açıklanmıyordu. “Millet” bir kere kararını vermişti, onun üstüne söz yoktu.
Plebisiter dikta rejiminin taşları böyle örüldü. AKP vardı, bir de onun seçmeni. AKP seçmeni “millet” oluyordu, kalanlar ise en iyi ihtimalle şekilsiz bir topluluk. Ya da “zillet”. “Millet” olma şerefi AKP seçmenine bahşedilmişti. O ne derse, o olurdu. Türkiye’nin darbeler tarihi ile desteklenen bu argüman uzun yıllar hüküm sürdü. Denklem şöyle kurulmuştu: Seçmen AKP’yi iktidara taşıdı ise gerisi teferruattı. Demokrasinin tüm unsurlarından vazgeçilebilirdi. Yargı, iktidarın (yani “milletin”) emrine verilebilir, Sayıştay gibi denetleme organları berheva edilebilir, medya “millet”in emrine sokulabilirdi. Niye? Çünkü “millet” öyle istemişti.
Bu süreçte “millet”ten kastın AKP seçmeninin yanısıra, AKP ile iş yapan müteahhitler, onların yakınları, Erdoğan ve çevresindeki klik ve AKP medyası olduğu ayan beyan ortadaydı ancak muhalefetin bunu dillendirecek takati de, ufku da yoktu. Elbette bu hayali “millet” tarifinin 1930’ların totaliter rejimlere kadar giden bir tarihi de vardı. Ki o daha mühimdir.
Totaliter, ve iktidar ile aynı “cins” ten olmayan topluluklara hayat sahası bırakmayan bu dikta rejimleri, tüm iktidar argümanlarını bu belirsiz “millet” kavramı üzerine kurmuşlardır. “Halk”a kıyasla sağ ve muhafazakar bir tını veren “millet”, bilhassa sağcı rejimler için son derece kullanışlı idi.
“Millet” bir şey diyorsa onun üstünü hüküm yoktu. Yargı, insan hakkı, yaşam hakkı, masumiyet karinesi, bireysel ve toplumsal haklar, hepsi boştu. Çoğunluk tahakkümünü realize etmeye yarayan bu “millet” kavramı ile birçok baskı rejimi kurulmuş ve sürdürülmüştür.
Gelelim günümüze... YSK bu hafta, muhtemelen de haftanın ilk günlerinde İstanbul seçiminin iptal edilmesine yönelik AKP itirazı hakkında karar verecek. AKP kaybettiği İstanbul seçimini bir şekilde geri almaya karar verdi ve bunun için YSK üzerinde bunaltıcı (ve hiç şüphesiz gayri-hukuki) bir baskı kurmuş vaziyette.
Gerçi AKP tarafında öne sürülen bütün itirazlar çürütülmüş durumda. Hatırlanacak olursa geride bıraktığımız bir ayı aşkın süre içinde her yol denendi ama sonuç alınamadı. Büyükçekmece’de polis tek tek seçmenleri sorguladı, sonuç çıkmadı, “46 bin kısıtlı seçmen oy kullandı” dendi, bu gruptakilerin 766 kişi olduğu ortaya çıktı, geçersiz oylar ve bazı ilçelerde tüm oylar baştan sayıldı, sonuç değişmedi, sandık kurullarına itiraz edildi ama son 13 seçimde kurulların aynı şekilde belirlendiği ortaya çıktı. (Kapsamlı değerlendirme için Emine Kaplan’ın 5 Mayıs’ta Cumhuriyet’te çıkan haberine bakılabilir)
Ancak AKP hala tatmin olmuş değil ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 4 Mayıs Cumartesi günü yaptığı açıklamada “Burada bir şaibe var. Bu açık ortada. Yolsuzluk var. Açık ortada. Gidelim millete, milli irade nasıl karar veriyorsa başımız gözümüz üstüne deriz kabulleniriz.(...) Vatandaşım bana şunu söylüyor, ‘Başkanım’ diyor, ‘Bu seçim yenilenmeli’. Dünyanın birçok yerinde öyle yarım puan bir puanla olduğu yerlerde seçim yenilenmiştir”
Mantık çok açık. Burada “millet” AKP seçmeni oluyor. Bu bile hayli sorunlu bir tarif iken aslında altında yatanın bambaşka olduğu çok açık. Yukarıda da bahsettiğim gibi burada “millet”ten, “vatandaş”dan anlamamız gereken AKP’nin kurduğu ekonomik sistemin başat aktörü olan müteahhitler, iş insanları, Erdoğan ve çevresinde klik ile AKP medyası. “Başkanım, bu seçim yenilenmeli” diyenler belli ki onlardır.
YSK bütün bu ağır baskıya ne kadar direnebilir ya da direnme niyeti var mıdır bilemeyiz. CHP’nin olası bir iptal kararında izleyeceği yolun ne olduğunu da bilmiyoruz. Ancak şunu herhalde biliyoruz.
Seçimi kazanan AKP olsaydı ve gücü elinde tutan birileri “Seçim yenilenmeli, öyle yarım puanla seçim kazanmak olmaz, şaibe var, yolsuzluk var, çok açık” deseydi, AKP’yi terörle bir tutup kriminalize etseydi, bütün bunlar yetmeyip bir de AKP yöneticileri linç girişimine maruz kalsaydı buradan nasıl bir mağduriyet anlatıları çıkardı, varın siz hesap edin. Haksız da olunmazdı.
Yine de bütün bunlara rağmen AKP’nin hala “mağdur” olabilmesini, ne diyeyim, ancak “millet”imizin tavrı ve AKP'nin "maharet"iyle açıklayabiliyorum.