Çünkü işin şeyinin çıkması sonucu AKP’de acayip bir panik başladı. Bunu görmek için, İBB koltuğunu Ekrem İmamoğlu'na bırakacak AKP'li Mevlüt Uysal’ın şu i-na-nıl-maz sözlerini dinlemek kafi: “Kaydı düşürülen seçmenlerin soy ismi tarandığı zaman AK Parti'ye oy veren kişiler olduğunu görebiliyoruz” . Lâ Havle ve Lâ Kuvvete!
Her toplum, zaman içinde atılımlar yaparak daha olumluya (uygarlaşmaya, demokratlaşmaya, vb.) doğru gelişir. Ama bunu söylerken en az üç şerh koymak lazım:
a) Her olumlu şey, en azından bir süre olumsuzluk da getirebilir.
Ne gibi, uygarlaşmanın doğaya zarar verebilmesi, gibi.
b) Olumluya yöneliş, yukarıya fırlayan düz bir çizgi halinde olmaz. Zikzaklıdır. Her toplumda zaman zaman geriye gidişler yaşanır, sonra olumluya yöneliş yeniden başlar. Ve bu yöneliş, bir önce yaşanan geriye gidişten çıkarılan tecrübeler sayesinde gerçekleşir.
Ne gibi, Nazilerden sonra Almanya’nın bugünkü demokrasisi, gibi.
c) Olumluya yönelişin bir trend oluşturması zaman alır. Biz her şeyi genellikle insanın yaşam süresi üzerinden düşünürüz ve bunda, “ölmeden görebilmeliyim” bencilliğinin de büyük rolü vardır. Oysa ulusların yaşam süresi çok daha geniş zamana yayılır. Bunu hesaba katmadığımızdan, arada karamsarlıklar yaşayabiliriz.
Ne gibi, şu andaki baskılardan bunalmış halimiz, gibi. Ayrıca, bize çektirilenlerin önümüzdeki dönemde muhtemelen daha da artacak olması, gibi.
***
Şimdi gelelim, insanın aklını (veya başka tarafını) tavana vurduracak olumsuzluklar içinde debelenen 2019 seçimi meselesine. Yakın tarihten alıp, hızla bugüne.
1) 1923 devrimi olumluya doğru büyük bir atılımdı; buna siyaset biliminde “yukarıdan devrim” diyoruz. 1923 zorlaması olmasaydı bugün hâlâ, örneğin kadınlara oy hakkı diye inliyor olabilirdik.
Tabii, köhne bir Ortaçağ imparatorluğunun bir anda uygarlaşması, demokratikleşmesi mümkün değildi. Yeni bir devlet ve ulus kuruluyordu. Tek Parti ve Tek Adam dönemi yaşandı ve özellikle Gayrimüslimlere ve Kürtlere ciddi acılar verdi.
***
2) İkinci Dünya Savaşından sonra önemli bir atılım oldu ve çok partili döneme geçtik. Demokrasinin ilk seçimini 1946’da yaptık. Bu seçimi, aynı yıl kurulmuş Demokrat Parti (DP) karşısında dönemin iktidarı CHP kazandı.
Büyük seçim yolsuzlukları yaparak kazandı. Nereden biliyorum, o tarihte çok sert bir Menderes aleyhtarı ve Demokrat Parti (DP) karşıtı olan CHP milletvekili babam evde söylemişti bir gün de, oradan biliyorum. Daha sağlam kaynak lazım mı?
***
3) Bir sonraki seçimlerle yani 1950’yle demokrasiye doğru çok önemli bir atılım yaptık. DP kazandı. İnsanlara nefes aldırdı.
Ama sonra Tek Parti dönemini aratacak şeyler yapmaya başladı. 1957 seçimleri aynen 46’daki gibi bir rezaletti. Hatırlıyorum, daha seçim sürerken, “DP’nin Borazanı” diye maruf olan radyodan seçim sonuçları ilan edilmeye başlanmıştı. Düşünün, İstanbul Beyoğlu’ndan sandıklar kaçırıldıktan sonra, doğuda neler yapılmadı.
***
4) DP’nin bu ikinci dönemindeki geri gidişin sağladığı tecrübeyle, 1961 Anayasası çok büyük bir atılım getirdi. YSK anayasal kuruluş yapıldı ve yargıç güvencesine alındı. Radyolar (o tarihte TV yoktu) özerkleştirilen TRT çatısında toplandı ve tarafsız yayın yapmaya başladı.
Fakat 27 Mayıs 1960’tan pek hoşlanan askerler, yukarıdan devrim’in tek atımlık silah olduğunu hesaba katmadılar. Darbe silahını 12 Mart 1971’de, 12 Eylül 1980’de ve de 28 Şubat 1997’de “Kemalizm” adına tekrar tekrar ateşleyerek namlunun suratımıza patlamasına sebep oldular. R. T. Erdoğan nasıl iktidar oldu sanıyorsunuz?
***
5) DP gibi, AKP’nin iktidara geçmesi de bir atılım idi. Hem o âna kadar aşağılanmış insanların rehabilitasyon olanağını yakalaması, hem de “Ah İslam bi gelse, bi gelse, her şey güllük gülistanlık oluvercek”in herkes nezdinde test edilmesi açısından.
AKP’nin ilk dönemi de DP’nin ilk dönemi gibi genellikle çok olumlu oldu. İkinci dönemi ise aynen DP’ye benzedi. AKP, DP tecrübesinden ders almadığı için, özellikle 2016’dan sonra Türkiye en sıradan bir muhalif için bile cehenneme döndü.
Bu ders almama durumu şimdi 2019 seçimlerinde bütünüyle somutlaşmış bulunuyor. Gerçekten inanılmaz şeyler yaşamaktayız. Şöyle özetlenebilir: “Biz kazanana kadar oy sayımı, kazanamazsak son kerteye kadar itiraz, o da işe yaramazsa seçimin tekrarı, o da işe yaramazsa…”
Üç nokta koydum, çünkü sonrasını AKP’liler ve partili cumhurbaşkanı da bilmiyor.
***
İşte bu bilmeyiş, bu tükenmişliktir ki, Türkiye toplumunun yukarı gidiş çizgisini tekrar ve çok güçlü biçimde başlatacak. Çünkü bu seferki geri gidişin çünküleri biraz fazla birikti artık :
Çünkü, partili cumhurbaşkanının “ABD’de % 1 gibi sıkıntılı oy olsa seçim yenileniyor” türünden aldatmacalarını bizzat AKP’ye yakın olanlar ortaya çıkarıp yazıyor . “İstanbul'da 13-14 bin farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmesine gerek yok” türünden inanılmaz lafları insanlar “Kaç oy fark lazımdı mesela?” diye istihzayla karşılıyor.
Çünkü, her ülkede ancak muhalefet partilerinin yapacağı şikayetleri, her şeye kesin hakim vaziyetteki iktidar partisi AKP yapıyor. Her an el yükselten ve “Sandık başlarında FETÖ vardı”dan başlayıp şimdi de tek kanıt göstermeden “Organize suç var” diyebilen bir Partili CB var.
Çünkü, YSK başkanı “Sahte seçmen de yok, hayalî seçmen de” demişken ve listeler kesinleşip seçim de yapılmışken, şu anda polis İstanbul’da evleri basıp “hayalî seçmen” arıyor. Onlar ararken, YSK Başkanı KHK’yle (yani, yargı kararı dışı) atılanların mazbatalarının verilmeyeceğini ilan ediyor.
Çünkü, seçimden sonra ekonominin tamamen elden avuçtan çıkacağını herkes görüp titriyor.
Çünkü oy torbalarına sarılmış uyuyanların fotoları bir daha akıllardan çıkmayacak.
Çünkü, mesela, HDP’yi geçerek Dersim belediye başkanı olmuş TKP’li Maçoğlu’na mazbatası “açıklanamayacak güvenlik gerekçesi”yle verilmiyor. Maçoğlu nihayet alabildiği zaman da kayyım vali, yönetimi kendisine 68 milyon TL borçla devrediyor. Ve, ‘Biz bu borçları vatandaşlarımıza hizmet için harcadık’ demeyi bile akıl edemeyerek, savunmasını “Kendisini tehdit eden Kandil’le uzlaşma çabasını kayyım dönemine çamur atarak sağlamaya çalışmaktadır" diye yapıyor . HDP’den kazananlara ise, gerekçe filan yok, mazbataları hiç verilmiyor.
Çünkü CHP şok tedavisi gördü ve Kürtlersiz demokrasi olamayacağını o bile idrak etti.
Çünkü işin şeyinin çıkması sonucu AKP’de acayip bir panik başladı. Bunu görmek için, İBB koltuğunu Ekrem İmamoğlu'na bırakacak AKP'li Mevlüt Uysal’ın şu i-na-nıl-maz sözlerini dinlemek kafi: “Kaydı düşürülen seçmenlerin soy ismi tarandığı zaman AK Parti'ye oy veren kişiler olduğunu görebiliyoruz” . Lâ Havle ve Lâ Kuvvete!
Çünkü, videosunu izlemişsinizdir , 15 Temmuz gazisi ve eski AKP İBB Meclis üyesi Muharrem Kaşıtoğlu şöyle diyor: "15 Temmuz'da nasıl demokrasi tehlikede diye FSM köprüsüne koştuysam, seçimler iptal edilirse demokrasiye sahip çıkma adına İmamoğlu'nun seçim kampanyasında tereddütsüz ve beklentisiz yer alırım".
Ve çünkü, büyü artık bozuldu. Düzelmez. Geçmiş olsun.
***
Buraya kadar özetlediklerimin teorik modeline geri dönerek bitirelim:
Toplumlar hep ileriye doğru gelişirler, zaman zaman geriye giderler, ama bu bir “kısır döngü” (fasit daire) değildir. “Yükselen sarmal”dır. Her çember ekleyişte toplum biraz daha gelişir, biraz daha bilinçlenir.
Bu bilinçlenme sürecinin şu anda ulaştığı noktadayız.
İkide bir “Baba Diyalektik” dediğim de bu, zaten. Partili CB Erdoğan ve partisi AKP bunları yapacaktı ki, Türkiye toplumu yükselen sarmal’ın bir üst çemberine sıçrayabilsin. Bir daha böyle rezalet yaşanmasın.
“Milli irade” diye takdim edilegelen Sandık Fetişizmi bir daha dönmemek üzere başımızdan ırılsın.
Çok Önemli Not: Böylesi bir iktidar varken, ben açlık grevlerinin ve hele de cezaevinde kendi canına kıymaların kesinlikle karşısındayım. İktidarın umurunda olmayan bu eylemler durmalıdır. İnsan hayatının üstünde hiçbir değer olamaz.
Şu andaki düzen öyle bir düzen ki, cezaevi yönetimine dilekçe verme hakkı bile kalmadı. Bir hükümlü, altı tutuklu arkadaşıyla birlikte cezaevi koşulları hakkında cezaevi yönetimine 12 Eylül 2018 tarihinde bir dilekçe yazıyor ve mevzuat gereği Adalet Bakanlığı’na iletilmesini istiyor. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu hükümlüyü “örgüt propagandası” suçlamasıyla yeniden cezalandırmak için harekete geçmiş vaziyette!
Bu korkunç durum 12 Mart ve 12 Eylül askerî darbeleri zamanında bile görülmemiştir. Cezaevindeki gençlerimizin ölümlerinden kimlerin sorumlu olduğunu yakın tarih yazacaktır. Fakat bu arada gençler ölüp gidecek, aileleri perişan olacaktır.
Açlık grevlerinin ve özellikle de intiharların derhal durması lazımdır! İnsan hayatının üstünde hiçbir zaman hiçbir değer olamaz!