Bu tablo içinde gidilecek seçimlerden ne beklemeliyiz? Sonuçları bugünden öngörmek elbette mümkün değil ancak gelen haberler iktidar ile muhalefet arasındaki makasın biraz daha daraldığı yönünde. Bu hafta sonu Türkiye tekrar sandık başına gidecek. Ancak bir yerel seçim yapıyor gibi değiliz pek. AKP-MHP bu seçim için argümanı ‘beka’ meselesinden kurdu. Ortalıkta bir beka meselesi elbette yok; daha doğrusu, iktidardaki AKP-MHP ittifakı için olabilir ancak bu beka meselesi. Zira ekonomik krizin tüm toplumu iyice zorladığı bir seçimde iktidar blokunun oy kaybı yaşaması muhtemel. İktidar bloku da bunu bildiğinden, seçimi yine bir ölüm kalım meselesine çevirmeye çalışıyor. Bunun toplumda ne kadar karşılık bulduğunu şimdiden bilmek zor, ancak seçime doğru iktidarın bu anlamda ‘çıta’yı yükselttiği de ortada.
İktidarı en azından İstanbul ve Ankara’yı kazanarak sarsmaya çalışan CHP - İYİ Parti - Saadet Partisi blokunu sürekli “Listelerinde teröristler var” tezviratı yayarak sıkıştırmaya çalışmaları bundan. Birçok kentte aday çıkarmayan ve muhalefet bloğuna örtülü bir destek veren HDP’yi sürekli ‘terör’le ilişkilendirmeleri de bundan. Keza muhalefetin Ankara adayı Mansur Yavaş’a yönelik kampanya da belli ki bu stratejinin sonucu. Hiç şüphesiz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ayasofya’yı cami yaparız” sözlerini de bu çerçevede değerlendirmek lazım.
Özetle, iktidar bu seçime de Türkçü-İslamcı bir hava içinde gidiyor. Ve bu atmosfer içinde, iktidarın değişmesini istemeyi bile ‘suç’ haline getiriyor. Bu hayli tehlikeli bir gidişat. Bu gidişata, yakın zamanda Demirören grubuna geçen Hürriyet gazetesinin katılması da ayrıca düşündürücü. Gazetenin, belli mecralarında son bir haftadır muhalefeti terörle bir tutma kampanyasına katıldığını can sıkıcı örneklerle görüyoruz.
Bu tablo içinde gidilecek seçimlerden ne beklemeliyiz? Sonuçları bugünden öngörmek mümkün değil ama gelen haberler, iktidar ile muhalefet arasındaki makasın biraz daha daraldığı yönünde.
Ancak sonuç kadar önemli bir mesele var önümüzde. Medyanın artık daha da tek sesli bir hale geldiği, iktidarın bu tek sesli hale getirdiği medyaya güvenerek, Kürt meselesi başta olmak üzere tüm toplumsal muhalefeti daha da boğduğu bir dönem bu. Kürt meselesindeki malum politikaya ek olarak Gezi iddianamesi, 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadınlara şiddet uygulanması ve bu şiddetin “Ezanı protesto ettiler” gibi gerçekle, hiç ilişkisi olmayan ve hayli tehlikeli çıkışlarla meşrulaştırılmaya çalışılması gibi durumlarla karşı karşıyayız. Buna bir de, dövizin yükselişinden bahsedenin bile soruşturmaya uğraması gibi politikaları ekleyin.
Bu baskı mekanizmaları her geçen gün artıyor ve ne yazık ki yerleşiyor. Bu, toplumsal zeminin altını iyice oyan ve telafi etmesi uzun sürecek bir erozyon yaratıyor, yaratmakta.
Beri yandan, muhalefet cephesinde de en azından taban açısından bir memnuniyetsizlik olduğu aşikâr. CHP’nin sık sık milliyetçi tabana göz kırpması ve adaylarını da bir ölçüde buna göre belirlemesi, o cephedeki havayı biraz ağırlaştırıyor. Üstelik bundan önceki seçimlerde seçim öncesi hep bir umut havası yaratılıp seçim sonrası hüsran yaşanması da bu havayı biraz daha koyulaştırıyor.
Beri yandan, hapisteki Selahattin Demirtaş’ın “Ricam şudur ki, gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın” sözlerinin bir karşılığı olacak gibi görünüyor.
Sonuçlardan bağımsız olarak kendi adıma şunu söyleyebilirim Türkiye’nin son 15 yılında iyice kemikleşen seçmen tercihlerinin değişip değişmeyeceği açısından hiç şüphesiz kritik bir seçimle karşı karşıyayız. Bu kemikleşen tablonun hemen bu seçimde değişmesi zor görünüyor. Eğer yeni bir seçmen dengesi oluşacaksa, bunun yerleşmesi belli ki birkaç seçim alacak. Bu açıdan belki de yeni bir sürecin ancak başlangıcı olacaktır bu seçimler. Manzara bu.