Geçen hafta Yeni Zelanda’da yapılan canice saldırının yansımaları hayli öğretici. Hatırlayalım; Cuma namazı sırasında iki camiye birden düzenlenen saldırıda 50 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Saldırganın Müslümanlarla ve tarihle bir sorunu olduğu belliydi, nitekim tüfeğine yazdığı mesajlar Kosova ve Viyana Savaşı’na kadar uzanıyordu. Dolayısıyla, bu saldırının ardında ırkçı motifler olduğunu görmek zor değildi.İslamcı ve milliyetçi kesimin bir kısmı, nihayet alıştıkları sulara kavuşmuş gibiydi. Saldırı ve saldırganın dili, onlara bu canice ve ırkçı zihniyetle mücadele etmeye çalışan makul kesimden daha dikkate değer gelmişti sanki. Yoksa o görüntülerin mitingde dev ekranda yayınlanmasını nasıl açıklayabiliriz?
Olayın ardından bilhassa Yeni Zelanda hükümetinden son derece makul, aklı başında mesajlar geldi. En önemlisi ise şuydu: Saldırgan bir camiye yaptığı saldırıyı canlı olarak yayınlamıştı. Hükümet bu görüntülerin yayınlanmamasını istedi; bu, şiddete mesafe koyma açısından gayet haklı bir istekti. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in, parlamentoda milletvekillerine hitap ederken “Sizden hayatlarını kaybeden insanların isimlerini anmanızı rica ediyorum. O hayatları alan adamınkinin değil” dediğini de not edelim bu arada. Yine Yeni Zelanda Parlamentosu’nda, hayatını kaybedenler için Kur’an okunduğunu da... Ve yine, Başbakan Ardern’in, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerini ve ülkedeki Müslüman toplumun temsilcilerini ziyaret ettiğini, acılarını paylaştığını göstermek için bu ziyaretleri başörtülü bir şekilde yaptığını da hatırlayalım.
Peki burada, ülkemizde ne oldu? Bir grup gösteri düzenleyip, dünyayı fethetme planlarının hâlâ geçerli olduğunu açıkladı. Hadi onu geçtim, hükümet düzeyinde ne yapıldı? Bana sorarsanız, en korkuncu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir seçim mitinginde saldırının görüntülerini dev ekrandan izletmesiydi. Herhangi bir medya kanalının ya da kişinin bu görüntülere yayınlamaması konusunda tüm dünyada bir konsensüs varken Erdoğan’ın bu tavrını nasıl anlamalıydık? Aslında sonraki açıklamalarla baktığımızda tablo büyük oranda yerine oturacak. Son olarak, Yeni Zelanda hükümetine seslendi ve saldırıya ilgili olarak “Gereğini siz yapmazsanız biz yaparız” dedi. İdamdı kastettiği; Türkiye’nin idamı kaldırmasının yanlış bir karar olduğunu da araya ekledi.
Erdoğan, 18 Mart Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada da Yeni Zelanda’daki saldırıya atıfta bulunarak “Bu bireysel bir olay değildir, örgütlüdür. Biz buradayız, biz Çanakkale’deyiz. İstanbul’u Konstantinopolis yapamayacaksınız. Dedeleriniz geldi kimileri tabutla döndü. Siz de gelirseniz dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan şüpheniz olmasın” dedi.
Şu canice vakadan faydalanma niyeti açıkça seziliyor. Sadece Erdoğan’da değil, neredeyse tüm sağ ve hükümete yakın kesimde. İlk gün söz konusu gazetelerin manşetlerini ‘Haçlı Terörü’ başlığı süslemişti mesela. Bu manşetleri IŞİD saldırıları döneminde “Bu eylemleri İslam’la bağdaştırmayın” diyenler atıyordu. Kendine mizah dergisi diyen Misvak’ın saldırıdan hemen sonra sosyal medyada yayımladığı çizim de ürperticiydi. Saldırganın silahının üzerindeki yazıları kendi meşreplerince ters çevirmişler, bir de oraya ‘1915’ eklemişlerdi.
İslamcı ve milliyetçi kesimin bir kısmı, nihayet alıştıkları sulara kavuşmuş gibiydi. Saldırı ve saldırganın dili, onlara bu canice ve ırkçı zihniyetle mücadele etmeye çalışan makul kesimden daha dikkate değer gelmişti sanki. Yoksa o görüntülerin mitingde dev ekranda yayınlanmasını nasıl açıklayabiliriz?
Öte yandan, bu tavır, bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Yeni Zelanda ve Avustralya’da hayli rahatsızlık yarattı. Avustralya Başbakanı Scott Morrison,
“Erdoğan’ın sözlerinin Avustralyalılar için çok rencide edici olduğunu ve böylesine hassas bir ortamda sarf edilmesinin pervasızlık olduğunu düşünüyorum” dedi ve Türkiye’nin Canberra Büyükelçisi Korhan Karakoç’u çağırarak rahatsızlığını iletti. Reuters’in haberine göre, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern de “Başbakan Yardımcısı Winston Peters bu sözlerle yüzleşmek üzere Türkiye’ye gidecek. Yüz yüze yanlış anlamaların giderilmesine çalışacak” dedi.
Şu saldırıdan sonra geldiğimiz durum budur. Irkçılığın, yabancı düşmanlığının, nefret dilinin yol açtığı sorunlar üzerine düşünüleceğine, Yeni Zelanda ve Avustralya toplumlarını şaşkınlığa uğratmayı başardı iktidar.
Beri yandan, bu durum seçim öncesi içinde bulunduğumuz atmosferden de ayrı düşünülemez. 31 Mart seçimlerine son seçimlerde olduğu gibi milliyetçiliği körükleyerek gitmeyi seçen iktidar, öyle görünüyor ki bu saldırıyı da seçim meydanlarında kullanmaya karar verdi. Ancak bunu ‘seçim öncesi propaganda söylemleri’ diye geçiştiremeyiz. Yapısal bir sorun var. Bu atmosferi seven, bu dil içinde rahat eden, ‘Batı’yla hesaplaşmasını hâlâ sürdüren ve bunu ‘tabutlar’ üzerinden yapmayı tercih eden bir zihniyet bu. Dolayasıyla meselemiz büyük.