Bu hafta neredeyse tüm toplumun gündemi hükümetin belediyeler aracılığıyla yarattığı tanzim satış noktaları. Bunun nedeni gıda fiyatlarındaki artış. Bu artışın nedeni ise belli ki içinde bulunduğumuz ekonomik kriz.Türkiye toplumu büyük ölçüde hafızasız olduğu için, daha doğrusu toplumun büyük bir kesimi olup biten her şeyi anlık algılamaya ve anlamaya alışkın olduğu için, günümüzdeki fiyat artışları sanki esrarengiz bir yerden kaynaklanıyormuş gibi anlaşılıyor, algılanıyor.
Bu krizin toplumu sert biçimde etkilediğini bilen iktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan her zamanki taktiğe başvurdu önceki haftalarda: Hedef saptırmak. Suçlular marketlerdi, hal toptancılarıydı, hatta üreticilerdi. Polisiye tedbirlere başvurulacağı açık açık söylendi önce. Ancak fayda etmedi. Artış sürüyor, daha doğrusu fiyatlar aşağı inmiyordu.
Mesela Şubat ayı başında açıklanan 2019 Ocak ayı enflasyon oranlarında yıllık en yüksek artış %30,97 ile gıda ve alkolsüz içecekler grubunda olmuş. Ocak ayının zam şampiyonu ise %87 ile çarliston biber.
Şu son oranlar bile, bilhassa gıdada nasıl bir fiyat artışıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Son bir yıldır dövizde yaşanan yükselişin enflasyona neden olacağı biliniyordu. Dolar’ın 7 TL’ye vurduğu günlerde gerek bu gazetede yayımladığımız söyleşilerde, gerek konuya ilişkin bağımız konuşabilen ekonomistlerin açıklamalarında, bu yükselişin etkilerinin birkaç ay sonra görüleceğine özellikle dikkat çekiliyordu. Zaten ekonomide anlık gelişmelerin etkilerinin (faizlerin yükselmesi, döviz kurlarındaki dalgalanmalar vd.) hemen değil, ancak mutlaka bir süre sonra görüleceği bilinir, buna her zaman dikkat çekilir.
Olup biten, büyük ölçüde bu. Ancak Türkiye toplumu büyük ölçüde hafızasız olduğu için, daha doğrusu toplumun büyük bir kesimi olup biten her şeyi anlık algılamaya ve anlamaya alışkın olduğu için, günümüzdeki fiyat artışları sanki esrarengiz bir yerden kaynaklanıyormuş gibi anlaşılıyor, algılanıyor.
Eh, bunu bilen iktidar da bu durumu iyi kullanıyor. Yukarıda değindiğim hedef saptırmalar ve polisiye tedbir açıklamaları pek işe yaramayınca, belediyeler eliyle tanzim satış mağazaları kuruluverdi.
Özellikle dar gelirlilerin ilgi gösterdiği ve kimi yerlerde önlerinde kuyrukların oluştuğunu gördüğümüz tanzim satış noktalarında bekleyenlerin çoğunun AKP seçmeni olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bunun iki nedeni olabilir. Seçmen, kendini, partisinin kampanyasına ilgi göstermek zorunda hissetmiş ya da parti örgütlerinden böyle bir telkin gelmiş olabilir. Zira bu noktalarda kuyruk olması ya da bu hizmete ilginin yüksek olması şu imajı yaratacaktı: AKP gereken zamanda, gereken hamleyi yapmıştı. Bu mümkün.
Beri yandan, sol ya da sosyal demokrasi adına muhalefet edenlerin şu noktayı da hesaba katması gerekebilir: Siyaset ve partiye sadakat her ne kadar işin içinde olsa da, gerçekten dar gelirli olmayan birinin o kuyruklara gireceğini düşünmek zor. Yani üzerine düşünülmesi gereken nokta şu: AKP’nin seçmeni içinde dar gelirliler çoğunluğu oluşturuyor.
Bu tabii ki önemli bir keşif değil, farkındayım, ama bunu şunun için söylüyorum: Bütün bu ekonomik krize rağmen sol ve sosyal demokrasi hâlâ yoksul insanlarla bir bağ kuramıyor sanki.
Siyaset yapma iddiasındaki bu çevrelerin, kameralara yansıyan görüntüler karşısında hâlâ bir politika geliştiremediğini görmekteyiz. Sosyal medyaya yansıyan bireysel tepkiler ise “Yine kuyruklu günlere döndük” gibi, çok bir şey ifade etmeyen yorumlar ya da “AKP sosyalizm getiriyor” gibi, yine durumu tarif etmekten uzak, sarkastik yorumlardan ibaret.
AKP’nin, kendini çok zor durumda bırakması muhtemel bu ekonomik krizi en azından seçime kadar böyle hamlelerle atlatmaya çalışacağı ortada. Bu, seçmeninin gözünü boyar mı? Eh, hepsini değilse de bir kısmını boyar. Ekonomik krizin boyutlarını perdeler mi? Evet, kısmen perdeler. Sonuç olarak, bir haftadır tanzim satışta ne, kaç para, onu konuşuyoruz.
Bu tablodan yeni bir siyaset çıkarma konusunda ise muhalefetin becerikli olduğunu söylemek zor.
Bir ceza olarak şehit ailesini ziyaret etmek
Geride bıraktığımız hafta hukuki açıdan son derece tuhaf bir kararla karşı karşıya kaldık. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisini imzalayan Barış Akademisyenleri’nden Dr. Gülsün Güvenli’ye 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Hükmün açıklanması geri bırakıldı. Ancak kararda bir detay daha vardı: Güvenli’ye bir şehit ailesini ziyaret etme cezası verildi.
Bunun siyasi bir karar olduğu çok açık. Mahkeme durup dururken böyle bir karar veremez. Ancak saik ne olursa olsun, bunu bir mantığa sığdırmak zor. ‘Kürt sorunu silahsız çözülsün’ diyen bir bildiriye imza atan bir akademisyeni şehit ailesinin karşısına çıkararak ne yapılmak istenmekte? Şehit ailesini görünce aklı başına mı gelecek akademisyenin, “En iyi çözüm şiddettir” mi diyecek? Akademisyeni aileye çocuklarının ölümünün sorumlusu gibi sunmanın ve onları karşı karşıya getirmenin mantığı nedir ayrıca? “Hukuk devletinde nasıl bunun yeri olabilir?” diyeceğim ama sorunun muhatabı hukuktan o kadar uzak ki...