Bu üzücü konuda daha önce yazdıklarıma, tanıdığım ve tanımadığım epey okurdan katkı geldi. Doğrusu sevindim, çünkü hangi konuda olursa olsun huzursuzluk ne kadar yüksekse, düzelmesi olasılığı da o derece yüksek demektir.
Lafı uzatmadan örneklerimize geçelim.
***
Kim Milyoner Olmak İster’in sunucusu meş’ale ve vak’a biçiminde telaffuz edeceğine meşaaale ve vakaaaa diyor.
Fransızcada “parantez arasında” demek olan antrparantez oldu size antiparantez yani “parantez karşıtı”. “Mali kapsam” demek olan mali porte oluverdi mali portre; sanki yağlıboya resim yapıyoruz. Taa 1964’te sübyanken ABD’den arkadaşım, şimdi emekli profesör Burhan Şenatalar hatırlatıyor: Rol model değil, rol modeli.
Bilmem kimin organizesinde veya koordinesinde değil; illa yabancı kelime kullanacaksak bari doğru kullanalım, organizasyonunda ve koordinasyonunda. Bina restoresi değil, bina restorasyonu.
Koskoca TRT-3’te spiker, müzik parçasını yeniden düzenleme anlamında aranjman diyecek yerde, aranje diyor, ardından iki nokta üst üste koyup aranjmanı yapanın adını veriyor.
Bahçelerimize yaptırdığımız köşenin adı, bir çiçek olan kamelya değil, kamer/ay’dan gelen kameriye. Bu o kadar yaygın ve de yerleşik bir cahillik ki, internete girince şöyle sürüyle giriş var: “Bahçeniz için özel dizayn edilmiş kamelya modellerine uygun fiyatlarla sahip olabilirsiniz” veya, “Tekzen Ladin 15 kişilik Kamelya, 9 m2, kahverengi.”
***
Yanlış anlaşılmasın diye, daha ileri gitmeden iki şey söylemek istiyorum:
1) Bu yabancı kökenli kelimeleri (üstelik komikçe) kullanmak yerine, bal gibi Türkçelerini kullanabiliriz: düzenlemesinde, eşgüdümünde, gibi; 2) Batı veya doğu dillerinden Türkçeye zamanında geçmiş kelimeler var. Bu çok normaldir; her dil (ve en çok da İngiliz dili) başka dillerden aktarma yapar. Dil, sürekli evrim geçiren bir dünyadır.
Ama evrim başkadır, yozlaşma başkadır. Biz şimdi, zamanında başka dillerden aldığımız ve doğru aldığımız bu kelimeleri harıl harıl yozlaştırmakla meşgulüz. Örneğin, “kendisine bir mal emanet edilen” anlamında yeddiemin/yed-i emin öyle kalıcı bir gülünçlükle yozlaştı ki, internette (veya Word’da) yeddiemin yazdığınızda size zahmet olmasın diye hemen yediemin diye düzeltiveriyor: yediemin otoparkı, yediemin deposu. Yok deve, diyorsunuz; yok mu artıran, yedi değil sekiz, sekiz değil dokuz emin.
***
Artık gazetelerde standartlaştı: Bilmem kim bankadan para çektikten sonra gasp edildi. İnsan gasp edilmez; gaspa uğrar. Gasp edilen şey mal veya paradır.
Okuyuculardan Vahe Aliksanyan hatırlatıyor: Doğu dillerinden vaktiyle aldığımız kimi kelimeler zaten çoğuldur: Ebeveyn: anne ve baba. Esnaf: sınıflar. Tebligat: duyurular. Bunları bir daha çoğul yapıyoruz. Kayseri esnafları denmez, Kayseri esnafı denir.
Bu arada, ses uyumu sağlayacağım derken, Düyun-u Umumiye yazılıyor. Oysa, “u” eki “ve” demektir: Mem u Zin. Terimin doğrusu: Düyun-ı Umumiye.
Yine okuyuculardan Abdullah Çetin “Ne akıllarını ne de mantıklarını kullanamıyorlar” örneğinden kalkarak hatırlatıyor: Olumsuzun olumsuzu olumsuz olmaz. İngilizcedeki double negative yasağı. Örnek: Tahrir Meydanı olayının ne 12 Eylül’le ne 27 Mayıs’la ilişkisi yoktur.
Bu hata, biraz nazik bir durum oluşturuyor çünkü “ne… ne…” diye başlayınca olumlu bir yüklemle bitirmek zor. Bu nedenle, eğer son yüklem olumsuz olacaksa, ki yanlış anlamayı engellemek için insan kendini buna zorunlu hissediyor, “gerek… gerek…”le başlamak lazım. Ama birincisinden başlandıysa, şöyle bir düzenleme en uygunu: Tahrir Meydanı olayının ne 12 Eylül’le ilişkisi vardır, ne de 27 Mayıs’la.
***
Bu sonuncu örneğe benzer bir durum da şöyle ortaya çıkmakta: “Boykot ve ihale iptalleri görülmeye başlandı”. Sıralama yanlış olunca anlam da sapıtıyor. Doğrusu: “İhale iptalleri ve boykotlar görülmeye başlandı”.
Sıfat ve isim tamlamalarını aynı cümlede kullanınca Türkçe yine yozlaştırılıyor: “Bireysel ve grup kimliği ayrı kimliklerdir”. Doğrusu: Ya birey ve grup kimlikleri diyeceğiz, yahut da bireysel ve grupsal kimlikler.
Yine okuyuculardan S. O. Çelikoğlu, Antep’te 2007’de çıkmış bir yazıdaki “Kendisini intihar etmek” örneğini hatırlatıyor; yazıyı kim yazdıysa eline sağlık. Ayrıca: Kazı anlamında harfiyat değil, hafriyat. Mücevherci anlamında bujiteri değil, bijuteri çünkü buji bildiğimiz araba bujisi demek, biju da mücevher. Bilmem kaç kontürlük değil, kontörlük telefon kartı. Orjinal değil, orijinal; i’lerin bir tanesinden tasarruf çok önemli değilse tabii.
***
“Olmak”la ilgili yozlaşmalar insanı kusturacak biçimde aldı yürüdü: Stres olmak, panik olmak, şok olmak… Bu yabancı kelimelere/deyimlere mutlaka mahkum isek, kimi fiiller yardımıyla tamirata gidilebilir: Strese girmek, paniğe kapılmak/uğramak, şok geçirmek/a uğramak, gibi.
“Analiz etmek” de herkesin dilinde. Bunun doğrusu: Analize etmek. Ama bu da çok acayip olduğu için, “tahlil etmek” demek lazım.
Yeni moda olmuş acayiplikler arasında en fazla dikkatimi çeken: “Saygı duyuyorum”. Farkındaysanız, bunu, söz konusu kişiyi veya eylemi yerin dibine batırmadan önce girizgah olarak kullanıyorlar. Düpedüz, “Hiç hoşlanmıyorum” anlamında.
Bu nevzuhur modalardan biri de, “yapmak” fiili yerine gerçekleştirmek kullanımı. Ör. “Yeni bir operasyon gerçekleştirildi”. O zaman başka türlü bi marifet icra edilmiş oluyor herhalde…
Alıp yürüyen bir diğer yanlış, miktar veya tutar yerine “rakam” kullanmak. Ör. “yüz bin” bir rakam değildir, çünkü rakamlar Türkçede sadece tek haneli olan sayılardır ve bunlardan da sadece on tane mevcuttur: 0 ile 9 arası.
Unutmadan: Geçen yazıda yazmıştım, teşekkür’e mukabele olarak “bişey değil” kayıplara karıştı, onun yerine “önemli değil” ucuzluğu gelmiş bulunuyor. Diğer yandan, “rica ederim”den de pek hoşlanmıyorum çünkü büyük küçüğe rica eder, küçük büyüğe “istirham” eder. Hadi, o kadar incesini kullanacaklar taze tükendi, hiç olmazsa “estağfurullah” gibi en üst düzeyde saygıdeğer bir mukabeleyi devreye soksak? Ne kadar güzelim bir kelimedir o…
***
Hakikaten yazmakla bitmiyor, ama bir yerde bitirmek lazım.
Türkçe konusunda başka bir yazı yazarsam, artık “sülasi”yi yazmam lazım. “Türkçe konuşuyorum” diyen herkesin bilmesi gereken ama imam-hatip mezunlarından başkasının bilmediği büyük teknik. Ben de 1890 doğumlu babamdan çocukken öğrenmiştim.
“Temdin etmek” veya “tavattun etme” nedir, duydunuz mu? Büyük olasılıkla duymadınız. Ama sülasi biliyorsanız, biliyorsunuz. Birincisi medeni’den, ikincisi vatan’dan geliyor.