2019’un Mart ayında yapılacak yerel seçimler yaklaşırken propaganda faaliyetleri de hızlandı. Bu süreçte artık iyice tuhaf durumlarla karşı karşıyayız. Önce Cumhur İttifakı’ndan başlayalım.Bitmeyen bir kin ve ‘kendi gibi olmayanı süpürme’ hırsı AKP ve Erdoğan’ın siyasetine yön veriyor çok uzun süredir. Seçim geceleri televizyonlarda gördüğümüz parçalı, –kabaca– üç renkli haritayı hem Doğu’da, hem de Batı’da tek renk yapmak istiyorlar.
Hatırlanacaktır, AKP ile MHP arasında kurulan ittifak birkaç hafta önce çatlamış, hatta yerel seçimler açısından sona ermişti. Görünürde ‘af’ meselesiyle başlayan bu çatlakta MHP lideri Bahçeli, Ankara için Erdoğan’ın bir köşeye attığı Melih Gökçek’i bile aday gösterebileceklerini ima etmişti. Bunun üzerine Erdoğan, Melih Gökçek için “dava arkadaşımızdır” mealinde açıklamalar yapmıştı. Köprünün altından bazı sular aktı ve Bahçeli ittifak içinde kalacağını açıkladı, Erdoğan’la yaptığı görüşmeden sonra. MHP bu çerçevede Ankara, İzmir ve İstanbul’da aday göstermeyecek. Bahçeli ekledi: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adayları kim olursa olsun, bu üç büyükşehirde desteğimiz tam olacaktır.”
Memlekette artık –ana akım– gazetecilik iyice komada olduğundan, hiçbir gazete Melih Gökçek noktasından bu noktaya nasıl gelindiğini, MHP ile AKP arasında nasıl pazarlıklar yapıldığını yazmadı, sorgulamadı. Yazıldıysa da affola, pek göremedik.
Velhasıl, bu durumda AKP ile MHP yerel seçimlerde de birbirine muhtaç görünüyor. Beri yandan, AKP’nin İstanbul adayının kim olacağı bir türlü açıklanmıyor. Kulis bilgilere bakılırsa, aday TBMM Başkanı Binali Yıldırım olacak, ancak Yıldırım’ın bazı emrivakilere bozulduğu ve itiraz ettiği için isminin açıklanmasının uzadığı söyleniyor. CHP ise kimi ittifak görüşmeleri yapıyor, ancak hangi partiyle ne çapta bir ittifak yapılacağı hâlâ netleşmiş değil. Adaylar da.
Durum bu belirsizlikte ilerlerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tuhaf ama son yılların AKP idelojisiyle tutarlı bir açıklama geldi. Buna görei Çankaya, Beşiktaş, Şişli ve Kadıköy’de Türkiye’nin kaymağını yiyen tabaka oturmaktaydı. Tam olarak şöyle dedi Erdoğan:
“CHP, tek parti döneminden beri hizmetten, yatırımdan uzak şekilde belediyeleri adeta zehirlemiştir. Yalnızca teslim aldığı kesimlerden oy alabilmektedirler. Belirli kesimlerin ideolojik fanatizmlerini istismar ederek kurdukları düzeni korumak gayeleridir. Bu nedenle CHP oyunu artırmak için teslim aldığı kesimlerin gözlerini açmasını engellemek için siyaset yapmaktadır. Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın, hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor. Bu ilçelerde yaşayan sağduyulu vatandaşlarımız bilir ki bu ilçeler bugünkü seviyesine, belediyelerin değil büyükşehir belediyesinin ve hükümetin yatırımları sayesinde gelmiştir.”
Erdoğan’ın saydığı ilçelerdeki seçmenlerin büyük kısmının AKP ve Erdoğan’ın ideolojisinden hazzetmediği malum. Eh, başka bazı ilçelere bakılırsa gelir düzeyi yüksek olabilir belki, ancak yapılan araştırmalar bu ilçelerin sakinlerinin eğitim düzeyi açısından da başka ilçelerden iyi durumda olduğunu gösteriyor. Eğitim elitizmi yapacak değiliz ama şu da var ki mühimdir: Bu ilçeler oldum olası CHP’li değillerdi. 20-30 yıl önceye gitsek buralardan daha çok ANAP ve DYP’ye oy çıktığını görürüz.
Erdoğan elbette bunları biliyor, ancak iktidarını kutuplaşma ve hedef gösterme üzerine kurduğu için böyle bir argüman daha çok işine geliyor. Bu ilçelerdeki seçmenlerin –ki genellemeler elbette tehlikelidir– büyük oranda bu totaliter ve İslamcı-milliyetçi gidişattan huzursuz olduklarını söylemek de herhalde yanlış olmaz.
Türkiye pastasının kaymağına gelince... Belki bu ilçelerde oturanların –bir kısmının– gelir düzeyi fena değildir, ancak Türkiye ekonomisinin kaymağının son yıllarda habire değişen ihale kanunlarıyla kimlere gittiği açık değil mi? Türkiye ekonomisinde iktidardan habersiz yaprak kıpırdıyor mu?
Onları da geçtim bu ilçelerde, bilhassa da Şişli’de, hatta daha da daraltalım, Kurtuluş’ta, Feriköy’de yapacağınız kısa bir gezi bile sokaklardaki insanların hiç de Türkiye’nin pastasının kaymağını yiyor gibi görünmediklerini ortaya koyacaktır.
Bitmeyen bir kin ve ‘kendi gibi olmayanı süpürme’ hırsı AKP ve Erdoğan’ın siyasetine yön veriyor çok uzun süredir. Seçim geceleri televizyonlarda gördüğümüz parçalı, –kabaca– üç renkli haritayı hem Doğu’da, hem de Batı’da tek renk yapmak istiyorlar.
Totaliter bir hırstır bu. Herkesi AKP’yi iktidarda tutan kasaba taassubu ve iktidar ilişkileri içine sokmak istiyorlar. Birileri buna direnince de o kasaba taassubuna onları hedef göstermekten (evet, bir anlamda hedef göstermektir bu) çekinmiyorlar. Tehlikeli bir yol.
Elçi’siz üç yıl
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da öldürülmesinin üzerinden tam üç yıl geçti. Hâlâ elde bir zanlı yok, bir dava yok. Öldürüldüğü zaman demiştik ki, “Bir güvercini daha vurdular.” Elçi de bir barış elçisi, bir güvercindi zira, aynı Hrant Dink gibi. Böylesi cinayetlerin hep karanlıkta kalması ülkemize dair çok şey anlatmıyor mu?