BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

AYM-AİHM ilişkisinden tatsız kokular geliyor

Geçtiğimiz 28 Eylül’de AYM benim yaşam hakkımın ve ifade özgürlüğümün ihlal edildiğini açıklayarak tazminata hükmetti. Sebep, 2008’de Türk İntikam Tugayı’nın (TİT), “Hrant’tan sonra yeni hedef B. Oran olacaktır” diyerek ölümle tehdit etmesi ve devletin de cezayı savsaklaması idi. Bu açıdan AYM, hukuka uygun ve saygıdeğer bir karar verdi.

Fakat AYM’nin OHAL’den bu yana ne kararlar verdiği malum olduğu için hemen bir tedirginlik duydum. Çünkü AİHM’ye de başvurmuştuk ve bu karar, onun yeterince sert olmaması için bir ön alma, bir ön kesme olabilir miydi? Diğer yandan karar 18 Nisan tarihini taşıyordu yani alındıktan yaklaşık beş buçuk ay sonra açıklanmıştı.

Ardından, 30 Ekim’de yani on gün kadar önce bir AİHM kararı çıktı. Ekim 2004’te İnsan Hakları Danışma Kurulunun (İHDK) Azınlık Raporu yayınlanınca, kimi ırkçı şahıslar metnin yazarı olarak bana ve İHDK Başkanı olarak Prof. İbrahim Kaboğlu’na iğrenç tehdit ve hakaretlerde bulunmuşlardı. Kan dökmekle tehdit vs. Türk yargısı tarafından “ifade özgürlüğü” olarak nitelenip şahıslar beraat ettirilince başvurduğumuz AİHM, ilkini yaklaşık on yıl önce önüne götürdüğümüz bu davalardan 3’ünü şimdi toplu olarak karara bağlıyordu.

Bu kararın içerik açısından acayip olduğu hususuna hemen aşağıda geleceğim; burada usule ilişkin bir acayipliğe değinmek istiyorum:

Bu 30 Ekim kararını AİHM 2 Ekim tarihli toplantısında almış. Burada, 28 Eylül’de yani sadece 4 gün önce açıklanan AYM kararına gönderme yapmış.

Nasıl oluyor da Türk hükümeti 4 gün içinde hemen yabancı dillere çevirtiyor, bir üst yazıyla Strasbourg’a iletiyor, 2 Ekim’deki AİHM toplantısına girmesini sağlıyor, orası da kararına ekliyor? Kimse izah edemez bu kadar kısa sürede AİHM kararının AYM kararına atıf yapmasını. Süpermen bu kadar hızlı değil.   

***

Türkiye’de insan hakları konusunu en iyi bilen hukukçuların başında gelen (ve geçenlerde Mülkiye’den istifaya zorlanan) Dr. Kerem Altıparmak bu durumda iki olasılığa işaret ediyor:

Birincisi; AYM daha kararını yayınlamadan 18 Nisan’da hükümete yolladı (ki, bunu kararın son cümlesinde belirtiyor), orası da bunu AİHM’ye yolladı. Uludere / Roboski’de 28.12.2011’de art arda iki TSK hava saldırısı sonucu öldürülen 34 kişinin avukatı bir belgeyi geç iletti diye davayı usulden reddetmiş olan AİHM de, hiç sorun etmeden bunu kendi kararına koydu. (İki durum aynı değil, farkındayım, ama insaf diye bişey olduğunun da farkındayım –BO).  

İkinci olasılık: AYM, verdiği Oran kararını AİHM kararını etkilemek amacıyla bu mahkemeye iletti. AİHM de hiç sorun etmeden bunu kendi kararının içine yerleştirdi. Bu ikinci olasılığın birinciden daha az masum olmadığını hatırlatan Dr. Altıparmak şöyle uyarıyor:

AYM’nin Oran kararı AİHM’nin Oran-Kaboğlu kararı üzerinde kritik bir etkiye sahip değil. Ama eğer böyle bir durumda bile bu tür bir “işbirliği” oluşuverdiyse, AYM kararının AİHM’yi AİHM kararının da AYM’yi çok daha fazla etkileyeceği birçok olayda daha çok endişelenmeliyiz. Yıllar boyu beklemiş iki başvurunun bu “mucizevi” birleşmesi nasıl gerçekleşti? Her iki mahkemenin bunu bize açıklaması lazım, aksi halde endişelerimiz doğru demektir.

Daha ileriye gitmeden hemen not: AİHM ile AYM arasında tabii ki işbirliği olur; hatta özellikle eğitim açısından bu şarttır. Fakat burada hissedilen şey başka bir şey. Spekülasyon mu bu? Tabii ki spekülasyon. Ama atmasyon değil. Ortada şeffaflık yoksa tabii ki bilimsel spekülasyona başvurulacak.

***

İşte tam burada, hemen yukarıda “Bu kararın içerik açısından acayip olduğu hususuna hemen aşağıda geleceğim” dediğim noktaya dönüyoruz:

AİHM’nin bu kararı, olması gerektiği gibi A. İ. H. Sözleşmesi Md. 10’dan (“İfade özgürlüğü”nden) değil, Md. 8’den (“Özel hayatın ve aile hayatının korunması”ndan) verilmiş. En azından, Md. 8’in yanı sıra Md. 10’dan da ihlal bulmalıydı AİHM.

Bulmalıydı, çünkü bütün özgürlüklerin anası olan ifade özgürlüğü Türkiye tarihinde hiç görülmemiş biçimde yerlerde sürünürken, onu zikretmeden bu davayı sadece “kişilik hakları”yla sınırlı tutmak anlaşılır şey değil. Üstelik kararda Md. 8 altında sıraladığı bütün argümanlar ifade özgürlüğüyle ilgili, ama “ifade özgürlüğü”nün adı yok. Hani hocanın biri vaaz veriyormuş: “Allah ne sağdadır ne soldadır, ne yerdedir ne göktedir…” Bektaşinin sesi duyulmuş: “Sen şuna yok diyeceksin de, dilin varmıyor.”  

Diğer yandan, bu AİHM kararının özellikle yaşadığımız vahim dönem için acayipliğini gösteren iki şey daha ilave etmek mümkün.

Birincisi, Hrant’a gelen tehdidi de belirttikten sonra on küsur yıllık 3 dosyayı birleştirip tümü için sadece 1.500 Avro manevi tazminata hükmederek, bir kilometre taşı olan Azınlık Raporu’nu düşük profile ittiriyor.

İkincisi, AİHM avukatım Oya Aydın Göktaş’a yazıyor ve soruyor: “Siz bu davalara devam etmek istiyor musunuz?” İnanılır gibi değil. Bu soru sorulur mu? Burada oyun oynamıyoruz. Bu mahkemeye anlatmak lazım ki, burada bir ülkenin demokrasisini hukuk yoluyla geri getirmeye çalışıyoruz.

***

Meseleyi Tek Adam rejimi açısından ele alacak olursak, ifade özgürlüğüne hiç değinmeyen bu karar, Türk hükümetinin Strasbourg’a (bu kentte yaşayan tanıdıklarımın ağız birliğiyle ifade ettikleri üzere) sırf bu iş için 3 ila 4 heyet yollayarak yürüttüğü kulislerin boşa gitmediğini gösteriyor.

Meseleyi AİHM açısından alırsak, resim daha hoş değil. AİHM resmen kendi kuruluş gerekçesini, yani “demokratik Avrupa düzenini korumak”ı inkar ediyor. Kendi tarafsızlığına ve dahi varlık nedenine gölge düşürüyor. 

***

Bütün bunları AİHM’nin niye böyle yaptığıyla bitirelim, çünkü gerçekten merak edilecek bir husus bu.

1) AİHM, Türkiye’den gelen ifade özgürlüğü dosyalarının fazlalığını ileri sürerek bunları önlemeye çalışıyor. Fakat bu yoğunluk bir gerekçe olamaz çünkü hem işi bu, hem de normalde başka Avrupa ülkelerinin, mesela İtalya, üç yıl önceki (2015) dosyalarını ele aldığı bir durumda Türkiye’den on yıl önce gelmiş dosyalara yeni bakıyor olması başka bir acayiplik.

Üstelik böyle durumlarda yapılacak basit şeyi AİHM’ye ben mi öğreteceğim? Bir “pilot dava” seçip çözüme bağlarsın, ondan sonra onun aynısı olan davaları seri halde sonuçlandırırsın. Mesela KHK’yle atılanların davaları bu yöntem için birebir. Çünkü bu insanlar hep şablon uygulanıp atılmış. 

2) AİHM böyle yaparsa, onun bağlı olduğu Avrupa Konseyi, AİHM ihlal kararları çıktıkça Erdoğan Türkiyesi kendisinden uzaklaşır ve kontrolünden tamamen çıkar, diye korkuyor. Klasiktir bu tür korkular diplomaside. Ama sadece diplomaside. Hukuka bulaştırılamaz.

3) Türkiye’de büyük yatırıma sahip olan AB ülkeleri, sermaye ve kredilerinin tehlikeye girmesinden korkuyor. Üçüncü köprünün ortağı olan İtalyan inşaat devi Astaldi bu yüzden Roma’da konkordatoya başvurdu!

4) Tek Adam rejimi tüm dünyayla sebepsiz didişmek yüzünden fena sıkışınca, başta ABD ve İsrail olmak üzere birçok ülkeye barışma taarruzu başlatmış vaziyette; AİHM bundan da etkileniyor olabilir.