ABD vatandaşı Rahip Andrew Brunson’ın tutuklanması, ev hapsine alınması ve sonrasında tahliye edilerek ABD’ye dönmesi Türkiye siyaseti ve hukuk sistemimiz hakkında epey şey anlatıyor.Neredeyse tüm yayınlarda bir papaz aşağılaması yürüdü gitti. Bir de bunlara “Biz papazı teslim ettik, ABD de papazı teslim etsin” çıkışları eşlik etti. Kastedilen elbette Fetullah Gülen’di. Yani bu kadar kötü bir insan ancak bir papaz olabilirdi.
Tutuklanmasıyla başlayalım. Brunson tutuklandıktan sonra hakkında özellikle AKP medyasında çok sayıda haber yayımlandı. Bunlara göre, Rahip Brunson hem Gülen Cemaati’ne yakındı, cemaatin üyesiydi, onlar için hizmet ediyordu, hem de Kürt halkını Hıristiyanlaştırma amacıyla faaliyetlerde bulunuyordu ve PKK amaçlarına hizmet ediyordu. Bunlar iddianameye çok sayıda gizli tanık ifadesiyle yerleştirilmişti. Artık epey bir süredir biliyoruz ki, rejim bir kişiyi hapse atmaya karar vermişse hakkında çok sayıda gizli tanık ifadesi beliriyor. Bunların kimler olduğu bilinmediği gibi, verdikleri ifadelerin ne ölçüde gerçeği yansıttığı da bilinmiyor. Ve işin ilginç tarafı, hukuk sistemi bu hayli şüpheli gizli tanık ifadelerine dayanarak tutuklama, hapis gibi ciddi sonuçları olan hükümler verebiliyor.
Brunson davasında da böyle oldu. Ancak ABD kendi vatandaşının böylesi şüpheli bir yargılama sonucu önce hapse atılması, sonra da ev hapsine alınması karşısında Türkiye’ye yaptırım uygulama yoluna gitti. Perde arkası bilgisi olarak, Türkiye’nin de ABD’de tutuklu bulunan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla için ABD yönetiminden beklentileri olduğu yazıldı, çizildi.
ABD’nin yaptırım konusunda ciddi olduğu anlaşılınca ve Türkiye-ABD ilişkileri iyice gerilince, bunlara ilave olarak bu krizin de etkisiyle ABD doları yükselmeye başlayınca, Türkiye kendini, kendi eliyle yarattığı bir krizin içinde buldu. Tüm bu süreç içinde bilhassa AKP kanadından “ABD’ye boğun eğmeyiz”, “Yargımız bağımsızdır” açıklamaları gelse de, ABD medyasında, bir pazarlık yürüdüğü haberleri yer almaktaydı.
Ekonomik çalkantının hızını artırdığı, Dolar’ın durmak bilmediği bu günlerde tüm gözler 12 Ekim’de Brunson için yapılacak duruşmaya çevrilmişti. Duruşma öncesinde kimi ABD’li yetkililer Brunson’ın serbest bırakılmasını beklediklerini söylerken, bu beklentiye paralel olarak ABD Doları’nda da nispi bir düşüş gözlendi.
12 Ekim’deki duruşma gelip çattığında, duruşmayı izleyenler hayli ilginç gelişmelere tanık oldular. Gizli tanıklar ifadelerini değiştirmekte, önceki ifadelerinin tam tersi yönde konuşmakta idiler. Kimileri Brunson’ın Kürtleri Hıristiyanlaştırması konusunda somut bilgi sahibi olmadığını belirtirken, kimileri de mahkemenin kendilerini yanlış anladığını ifade etmekteydi.
Duruşma sona erdiğinde mahkeme Brunson’ı aslında mahkûm etti. Ancak yattığı süreyi göz önüne alarak, tahliye kararı verdi. Bu tahliyenin ardından, Rahip Brunson ülkesine döndü.
Peki şimdi ne oldu? Bu rahip neden tanık ifadeleri dayanak gösterilerek bu kadar zaman hapis yattı? Tanıklar neden ifadelerini değiştirdiler? Aslında hepimiz ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Brunson bir koz olarak kullanıldı ve işler sarpa sarınca serbest bırakıldı. Bütün bu maceradan sonra iktidarın söylememesi gereken tek şey herhalde bağımsız bir yargımızın olduğu idi. Ancak tabii, böyle olmadı. İktidarı temsil eden neredeyse tüm aktörler yargının bağımsız bir karar aldığını söylemekle kalmadılar, Türkiye’ye baskı yapmanın da, bu vakada görüldüğü gibi, sonuç vermeyeceğini vurguladılar.
Bütün bunlardan ne anlayalım diyeceğim ama tablo ayan beyan ortada. Türkiye’de yaşıyorsanız herhangi bir pazarlığa kurban gidebilir, aylarınızı yıllarınızı cezaevinde geçirebilirsiniz. Konu sarpa sarınca ya da yeterince yattığınıza kanaat getirilirse serbest bırakılırsınız. Böyle bir şansınız yoksa yıllarca demir parmaklıklar ardında kalırsınız. Hele ki arkanızda büyük bir devlet yoksa...
Bu macera bittikten sonra siyaset sahnesine hâkim olan ‘papaz’ argümanları ise, Türkiye’de Hıristiyanlığa bakışın hâlâ hangi seviyede olduğunu gösterir nitelikte. Bilhassa muhalefet partileri iktidarı eleştirmek için ağızlarını her açtıklarında “Papaz kaçtı”, “Papaz uçtu”, “Papaz nerede?” gibi ifadeler kullandılar. Elbette AKP ve medyası da geri kalmadı. Neredeyse tüm yayınlarda bir papaz aşağılaması yürüdü gitti. Bir de bunlara “Biz papazı teslim ettik, ABD de papazı teslim etsin” çıkışları eşlik etti. Kastedilen elbette Fetullah Gülen’di. Yani bu kadar kötü bir insan ancak bir papaz olabilirdi.
Velhasıl, bir yandan da hayırlı bir iş oldu. Hem hukuk sistemimiz gözler önüne serildi, hem uluslararası alandaki gücümüz ‘test’ edilmiş oldu, hem de tüm o ‘kardeşlik’, ‘hoşgörü’ edebiyatının ardında Hıristiyan din adamlarının Türkiye’de hangi ‘kod’lar içinde algılandığı, o edebiyatın böylesi bir örnekte nasıl tel tel döküldüğü görüldü.
Bu açıdan, bilemiyorum, teşekkür mü etmeliyiz acaba? Onu da diyemiyorum, çünkü bir kişinin hayatında ciddi bir travma yaratıldı. Ve hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam ediyoruz.