10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde gerçekleştirilen ve 100’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği saldırının, ki bir katliamdır, üçüncü yılını idrak ediyoruz. Faillerin ve ihmali olan emniyet personelinin doğru dürüst yargılanmadığı, Türkiye’nin tarihinde aynı 1 Mayıs 1977 gibi, Sivas Katliamı gibi, Suruç Katliamı gibi kara bir sayfa oluşturan bir katliam bu. Aynı onlar gibi, karanlık yönünü, hem tam olarak aydınlatılmamasından, hem de olayın Türkiye tarihinde bir aks değişikliğine yol açmasından alıyor.Faillerin ve ihmali olan emniyet personelinin doğru dürüst yargılanmadığı, Türkiye’nin tarihinde aynı 1 Mayıs 1977 gibi, Sivas Katliamı gibi, Suruç Katliamı gibi kara bir sayfa oluşturan bir katliam bu.
Bu aks değişikliği konusunu iyi düşünmeliyiz. Ve bunu düşünürken 2015 yılına tekrar, daha derinden bakmalıyız. Bu sütunlarda çok kere konu ettim. 2015 Türkiye’nin ve AKP’nin tarihinde çok önemli bir aşamayı temsil eder. Kürt meselesinde çözüm sürecinin hızını kaybetmeye başladığı 7 Haziran seçimleri, bir yandan da HDP’nin şahsında yeni bir muhalefet dinamiğinin doğuşuna ve büyümesine eşlik ediyor, Türkiye’nin doğusu ile batısı yeni bir zeminde buluşmanın yoklamasını yapıyordu.
Sadece bu başlangıç bile, o zamanlar sona ermez gibi gözüken AKP’nin tek parti muhalefetini sona erdiriyor, Türkiye yepyeni bir döneme giriyordu. Yani girebilirdi. Ancak öyle olmadı.
Aynı 1970’lerde geniş bir kitlesellik kazanan solun önünün, kontrgerilla eylemlerinin de içinde bulunduğu karanlık hamlelerle (solun bu dönemdeki hataları ayrı konudur) kesilmesi ya da bir kaos ortamının altyapısının hazırlanması gibi, 2013 sonrası ivme kazanan muhalefet de IŞİD’in icra ettiği ancak devletin bir şekilde kusurlu olduğunun anlaşıldığı eylemlere kesilmiş oldu.
Önce HDP’nin mitinglerine ya da merkezlerine bombalı saldırılar düzenlendi. Diyarbakır saldırısı bu açıdan kritik önemdedir. Peşine 2015’in Temmuz ayında Suruç Katliamı geldi. Onlarca genç insan bir canlı bomba saldırısıyla hayatını kaybetti. Bu katliam hakkında devlet açısından kusur ve ihmal iddiaları henüz masadayken yine 2015’in 10 Ekim sabahı düzenlenen “Emek, Barış ve Demokrasi” mitingine yönelik canice saldırıda 100’ü aşkın insan hayatını kaybetti.
2000’lerin yepyeni, genç kuşağı, şiddet dalgasında nefessiz bırakılmak istendi.
Bunlar olurken bir yandan da çözüm masası devriliyor, MHP AKP ile aynı çizgide buluşuyor, HDP’de temsilini bulan Kürt siyaseti üzerindeki baskılar yoğunlaşıyor ve bu baskıların daha da ağırlaşacağının işaretleri geliyordu.
Bu ortamda gidilen 2015 Kasım seçimlerinde AKP, MHP ve MHP seçmenin de desteğiyle kaybettiği tek parti iktidarını tekrar kazandı
Bu ateş çemberinin içinde AKP, devlet ve MHP biraraya gelmiş, yükselen muhalefeti kendi yöntemleriyle kriminalleştirmiş, bu muhalefetin zemin bulmaya başladığı doğu-batı bağlantısını tamamen olmasa da bir ölçüde kesmeye çalışmış, tam olarak başaramadığını anlayınca da dönemin HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapse atmıştı. Demirtaş ve diğer HDP’li yöneticiler hala hapistedir. Bu ve benzer diğer hamlelerin HDP üzerindeki etkisinini görmemek zor.
Tarihte hiçbir vaka aynı şekilde tekrarlanmaz, Ancak burada bir geleneği de görmemek imkansız. Türkiye’nin devlet geleneği, kitleselleşen toplumsal muhalefetleri, oluşmasına büyük katkıda bulunduğu şiddet çemberleriyle, bir kuşağı sindirerek ya da sindirmeye çalışarak engelledi, engelliyor.
12 Eylül öncesindeki kitleselleşme evet, kendi içinde de hatalar barındırıyordu belki ancak, toplum devletin on yıllardır çizdiği zihinsel pranganın dışına çoktan çıkmıştı.
12 Eylül’ün en önemli işi, bir kuşağı cezaevlerinde ağır koşullar altında tutarak, toplumu yeniden o pranganın içine sokmak olmuştu.
Toplum, ya da toplumun bir kesimi diyelim, on yıllar sonra bu kez AKP’nin kendisine çizdiği o pranganın dışına çıkma temayülü gösterdi. Bunun ilk fişeğini de Gezi Direnişi çakmıştı diyebiliriz.
Bu eğilim karşısında IŞİD, dava dosyalarında gördüğümüz o karanlık süreçten de faydalanarak (Bu konuda Kemal Göktaş’ın diken.com.tr’de yayınlanan “Kanlı iktidar oyunu’ başlıklı makalesine de bakılabilir) süreci kana ve ateşe buladı.
Sonraki süreç iktidar bloğu açısından istediği gibi gitti. O günlerde temeli atılan AKP-MHP koalisyonu hala ülke siyasetini şekillendirmekte. Birbirine mecbur bir koalisyondur bu.
Her şey olup bittiğinde ise geriye kapanmamış dosyalar, gaddarca öldürülmüş gençler ve yaşlılar, adalet arayışı, toplumsal bir travma ve ne yazık ki canlarını kaybetmiş bir kuşak kaldı.
Karamsar bir tablo çizmek istemem. O gençlerin umutları, hayalleri elbette yaşıyor, yaşayacak. Ancak o kan ve ateş çemberinden de geçildi işte. Ağırlığı hep üzerimizde olacak. Unutulmayacaklar