LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Haydi palamuda!

‘’Okuma yazmayı lanetliyorum,

Bir zanaat öğrenip usta olaydım,

Dolabım ekmek, şarap, lakerda, çiroz uskumru,

Palamut yemekleriyle taşacaktı daima

Oysa bugün fareler cirit atıyor dolapta’’

(Prodromos Şiirler, aktaran Sula Bozis,

İstanbul Lezzeti: İstanbullu Rumların Mutfak Kültürü,

çev. F. Benlisoy ve S. Benlisoy, Tarih Vakfı Yurt Yay., 2002)

Adada iki şey yazın bitmekte olduğunun haberini verir. İlki kınalı üzerinde toplanıp daha sıcak yerlere göç edecek olan leylekler, ikincisi ise balık tutmayı bir tutkudan çok yaşam biçimi haline getirmiş balık ustalarının, tuttukları palamutları yarıştırmalarıdır. Bu mevsimde torik (palamudun büyüğü) tutan balıkçının yolda yürüyüşü değişir…

Genelde olta balıkçılarının palamut tutmasıyla başlayan ve lüfer tutmakla biten bu mevsimsel döngü, tam olarak yaz aylarının sonunu getirir.

Yaz boyunca ufak balıklarla balık hasretini gidermiş balık severlerin, bütün adayı kaplayan mangallarından yükselen balık kokusunu da yazın bitişinin habercilerinden sayabilirsiniz.

Bu zamanlar benim için pek bir şey ifade etmez açıkçası. Palamudu sevmem. Izgarası da, tavası da beni pek mutlu etmez. Bazen o kadar tatsız olur ki eti, sanki sünger çiğniyormuş gibi hissederim; hele fazla piştiyse, benim için tahammül edilmez bir hal alır. Artun Ünsal, Çengelköylü Süphi Özbilen’in ağzından şöyle anlatır palamudu: “Palamut hamal balıktır. Bir sefer farz, ikincisi sünnet, üçüncüsü ise dostun hatırına yenir.”

Ama benimle aynı fikirde olmayan çok kişi var etrafımda, ve hatta tarihte de.

Bizans döneminde şehrin sembolü olarak palamut seçilmiş, üzerinde palamut kabartması olan paralar basılmış. İsa’dan önce 4. yüzyılda palamut için yazılmış bir şiir bile var:

Amia, güzün, Ülker takımyıldızı inişteyken yakalanır

Nasıl istersen öyle pişir onu.

Onu bunu katmaya gerek yok.

Ne kadar cabalarsan rezil edemezsin bu balığı.

Ama dostum Moskhus, en iyi pişirme yolunu bilmek istersen,

Derim ki, incir yaprağına sar onu bir tutam mercanköşk serptikten sonra,

Sakin peynir ya da başka saçmalık katayım deme!

Koyuver yaprağın üstüne, sarıp sarmala bir güzelce,

Sonra hepsini kızgın köze göm.

Şimdi doğrusunu istersen, güzelim Bizans’ta çıkar amianın en iyisi

Yakınlarında tutulanlar da kötü sayılmaz,

Ama ne denli uzaklaşırsan Hellespont’tan (Çanakkale Boğazı) o denli bozulur balık

Bir de tuzlu Ege sularında çıkanı vardır ki,

Aynı balık değildir artık, tüm övgülerimi geri almak zorundayım o zaman

Gelalı (Sirakuzalı) Arkhistratos, İ.Ö. 350

Aktaran: Phyllis P. Bober,

Antik ve Ortaçağda Yemek Kültürü:

Sanat, Kültür ve Mutfak - Eski Çağlarda Yemek Kültürü,

çev. Ü. Tansel, Kitap Yay., 2003)

Benim sevmiyor olmam palamudun önemini azaltmıyor tabii ama benim palamudu hemen pişirip yemiyor olmamın başka, çok önemli bir nedeni daha var. Bence palamut torik olmak, torik ise lakerda olmak için yaratılmıştır. Palamuttan pilaki, turşu, hatta eskilerin tütün balığı dediği kurutulmuş hali gibi onlarca meze yapılabilir ama hiçbiri lakerdanın yerini tutmaz.

Fakat bu işi bilenler, “Bu mevsimde tutulan torikten lakerda olmaz” derler. Lakerda olması için kasım ayına kadar bekleyip, balığın iyice yağlanmış olanını kullanmak gerekirmiş...