"Hem Fethullah Gülen Cemaati hem de PKK adına suç işlemek"le itham edilen Protestan rahip Brunson, "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" suçlamasıyla 15 yıla kadar, "devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etmek" suçlamasıyla da 20 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor .
23 yıldır İzmir’de yaşayan Brunson Ekim 2016’dan beri tutulduğu cezaevinden ev hapsine nakledildi.
Bu vesileyle, Türkiye’nin bağımsızlığına müdahale edildiği yazıldı çünkü bu nakle ABD’nin yaptığı baskının sebep olduğu düşünülüyor. Düşman ikiz olan sağcılar ile ulusolcular yapıyor bunu esas olarak.
Şimdi, bütün bunları teker teker ele alalım da, ne yaptığımızı bilelim.
***
Önce, Brunson’ın niteliği.
Evet, adam misyoner. Ne var bunda kardeşim? Dinini yaymak istiyor; TC’de din yaymak yasak mı? Yasaksa, 71.362 imam istihdam eden , 7 milyarlık 2017 bütçesini beğenmeyen , şimdi de özel TV kanalı kurarak film ve dizi çekecek olan Diyanet neyle iştigal ediyor?
Haa, sadece İslam’ı yaymak serbest de diğer dinleri yaymak yasak ise, onu da bilelim. Galiba farkında değiller; adamı mahkum ettirmek isterken Türkiye’yi ve İslam’ı fena halde aşağılıyorlar çünkü bu ülkedeki gayrimüslim sayısı nüfusun binde birinden de az. Buna paranoya demek bile yetmez; artık bilmiyorum ne denir.
Haa, Türkleri aşağılıyormuş. Kanıtı? “Kilise cemaatinden” birinin ifadesine göre, kilisesindeki oturma yerlerinde “Türkler oturamaz” yazıyormuş . Suçlamanın bu kadar saçması da nadir bulunur. İnsan utanır yahu. Böyle bişey olsaydı derhal fotoğrafını çekmez miydi? Fethullahçıların sahte delil ürettiğini ortaya koymuş insanların bunu yapması dehşet verici.
Haa, Kürtleri Hıristiyanlaştırmaya çalışıyormuş. Kürtler de bayılıyorlardı Hıristiyanlaştırılmak için! Bir miligram mantık be kardeşim!
Mantık derken aklıma geldi. Bu Protestan rahibi bi de FETÖ’cü! Tehlikenin farkında mısınız; adam hem PKK’li hem FETÖ’cü!
Eğer yakında, küçük oğlanlara düşkündü demezlerse çok şaşarım!
***
Gelelim Türkiye’nin bağımsızlığı meselesine.
Evet, ABD’den yaptırım tehditleri geliyor. Çünkü, “Bizden papaz istiyorlar, sizde de bir papaz var, verin yargılayalım diyorum" zihniyeti ve politikası, Türkiye’yi “Komşularla Sıfır Sorun” politikasından artık sistematik “Herkesle Sorun” ve hatta esir takası evresine getirdi.
Tabii, devlet için bunun ne kadar onurlu olduğu tartışmaya fazlasıyla açık, ama ben başka bir noktaya gelmek istiyorum:
Evet, büyük çoğunluğu Protestan olan ABD, Brunson’ın iadesini istiyor. Peki, acaba bu gücü, bu rahibin şimdiye kadar hiçbir kanıt gösterilmeden suçlanmasından ve yaklaşık iki yıl yatırılmış olmasından almıyor mu? Yani, Türkiye’de demokrasinin ve yargının bu hale sokulmuş olmasından?
Türkiye’de yargı bu hale getirilmeseydi, ABD Soğuk Savaş dönemindeki gibi davranabilir miydi?
***
Şimdi, ne demek istediğimi iyi anlatabilmek için tarihte biraz geriye gitmek istiyorum: Lozan’da fevkalade zor kaldırılmış kapitülasyonlara.
Bizde ağzında dili olan, kapitülasyonlara dümdüz gider. Oysa bunları Avrupalılar zorla almadılar zamanında. Osmanlı gümüş tepsi içinde ikram etti onlara. Hem de askerî bakımdan en güçlü zamanında. Çünkü kendisi feodal çukurda debelenirken, B. Avrupa merkantilizme (denizaşırı ticaret kapitalizmine) zıplamıştı.
Başka türlü söyleyeyim: Avrupa tüccarı, kendi ülkesinde alışık olduğu güvencelerin bulunmadığı bir şeriat düzenini, hele de 15. Yüzyıl sonunda Hindistan’a deniz yolunun keşfedildiği bir dönemde artık pas geçiyordu. Avrupa tüccarını bu topraklara getirtmek için verildi kapitülasyonlar (ekonomik, yargısal vs. avantajlar), bayıla bayıla.
Öncesi de vardı. Daha evvel de Bizans ve Araplar vermişlerdi, Avrupa tüccarı bölgeye gelsin de sürünen feodal ekonomiyi canlandırsın diye.
***
Sonraları, 19. Yüzyılda Sanayi Devrimi (ve emperyalizm) başlayınca bunlar merhem olmaktan çıkıp başa bela haline geldi ve Osmanlı’daki manifaktürü (zanaatları) beşiğinde boğdu; o bambaşka bir olay.
Bu sebepledir ki Lozan’a giden TBMM Heyeti, kapitülasyonları kaldıramazsa konferansı terk etme talimatını almıştı. Ve etti de; kapitülasyonları kaldırmadan da imzayı atmadı.
Atmadı ama, Ankara kör cahil olmadığı için, kapitülasyonların sebebini ortadan kaldırmadan bunları kaldıramayacağını biliyordu: Şeriat hukuku yerine Avrupa hukukunu getireceğine söz verdi ve bu söz üzerine, görüşmelerin 2,5 ay kesilmesine sebep olan kapitülasyonlar tek cümlelik Madde 28’le kaldırıldı. Nitekim Medeni Kanun İsviçre’den hemen alınıp çevrildi, yürürlüğe kondu.
***
Bunları niye yazdım?
Evet, Brunson’ın serbest bırakılmasını istemek Türk yargısına müdahaledir.
Ama, Tek Adam Rejimi’nin eseri olan bu müdahale, halk deyimiyle “Allah’ın emri”dir. Ve, yargıda tarafsızlık ve bağımsızlık namına zırnık bırakılmadığı için bu aşağılanmayı oturup bal gibi sineye çekmek gerekmektedir.
Danıştay’ının başkanı çay toplamalara giden, Yargıtay’ı milletvekili tahliye etmeyi Anayasa’nın açık hükmüne rağmen reddeden, AYM’si Anayasa ve TBMM İç Tüzüğü’ne açıkça aykırı OHAL KHK’lerini onayan, YSK’si 24 Haziran seçimlerinde Türkiye’nin yarısını şoka sokan ve şimdi de başkanı “Ezan sesi geldiğinde camiye giden yönetici istemediler. Bu nedenle imam hatip ruhu ayakta. İmam hatipli olmaktan mutluluk duyuyorum" diyen bir Türk yargısından bahsediyoruz.
Böyle bir durumda, yıllardır “dünyanın en yaşanabilir kenti” ilan edilegelen Melbourne’de otuz yıldır Ankara ve Gençlerbirliği hasretiyle yanıp tutuşan canım kardeşim Rafi Demircan’ın deyişiyle, “Neşet Ertaş’ın kendim ettim kendim buldum türküsü”nü söylememek mümkün değil.
Avrupa hukukunu getirme garantisi vermeden kapitülasyonları kaldırmanın mümkün olmadığı gibi…
***
Laf uzamasın diye, demokrasi olmadan bu devirde bağımsızlık olamayacağını anlatmayı başka bir yazıya bırakıyorum. Aklı başında olanların hep tartıştıkları, Taner Akçam’ın da son Ahval yazısında dile getirdiği , şimdi Erdoğan’ın (“İkinci Cumhuriyet”) 1930 (“Birinci Cumhuriyet”) yöntemleri uyguladığı hususunu da.
Ama hiç heveslenmesin bazıları. İki cumhuriyet arasında neredeyse bir asır bulunduğunu, bu sebeple ikincinin bir anakronizma (takvimini şaşırma) olduğunu yazmayı da ihmal etmeyeceğim.