BİLGEHAN UÇAK
Boğazın sırtlarında âlem bir kavga var. Şu altında oturduğum çınarın tepesindeki erguvan, mevsimini buldu ya, açmış kollarını, yanında usulca duran mor salkımı taciz ediyor. Hafif bir mayıs rüzgârı da esiyor. Bense, Süha Oğuzertem’in makalelerini derlediği ‘Eleştirirken’ adlı kitabı okuyorum. Ama kitaptaki makalelere geçmeden biraz durmak istiyorum. Kitabın kapağını açıyorum, bir ithaf, çarpıyor beni. ‘Biricik Evrim Alataş’ın anısına…’
Alataş’a ithaf
Hafif şaşalayarak sayfayı çeviriyorum, neyse atlattık derken, “Teşekkür” bölümünde bir daha: “Bu kitabı bir tanecik yoldaş Evrim Alataş’ın eşsiz hatırasına ithaf ediyorum. Mevcudiyetine müteşekkiriz Evrim. Elini o kadar çabuk tutmayacaktın arkadaş.” Taraf’ta muhabirim, Evrim Alataş bir süre sonra yazar kadrosuna dahil oldu, ben Evrim’i ilk kez orada okumaya başladım.
Evrim diyorum ama ne gördüm, ne telefonda konuştum, dahası, ne de o benim varlığımdan haberdar oldu. Bense Evrim’i hep okudum. Hastaymış, çok ileri seviyedeymiş hastalığı hem de, o korkunç sabah, sürmanşette siyah çerçeve. Evrim’i kaybetmişiz. Şimdi, Ahmet Altan’ın ertesi gün yazdığı başyazıya baktım bir daha.
Otuzdört yaşındaymış Evrim… ‘İdeal editör’ Yalçın Armağan’ın ‘Sunuş’ yazısından öğrendiğime göre, bu kitap Oğuzertem’in ilk kitabıymış. Zaten o da söylüyor, “Beni ‘kitapsız eleştirmen’ statüsünden kurtarmaya karar vermiş” diyor Armağan için.
Süha Hoca’nın makalelerinde kışkırtıcı bir taraf var. Mesela, Halikarnas Balıkçısı ile yazdığı bölümde, Herkül Millas’ın ‘Türk Romanı ve Öteki: Ulusal Kimlikte Yunan İmajı’ kitabını eleştiriyor. Çok sevdiğim Herkül Millas’ın o kitabını okuduğumda hayli çarpılmıştım. Bugün bile eski romanlardan birini alıp okumaya başladığımda aklımda o kitabın tortusu ve tabii “acaba gayrimüslimlerin konumu ne” sorusu. Ama Oğuzertem kitaba dair şunları söylüyor:
“Balıkçı’nın yapıtlarında ‘Yunan düşmanı’ gibi algılanabilecek imgeleri aramış ve bunları siyaset bilimi açısından değerlendirmiştir (…) Edebiyat yapıtlarına onlara özgü paradigmayı arama zahmetine girmeden, uzlaşımsal gerçekçilik beklentisiyle, doğru tarih yazıcılığı arayışıyla ve salt siyasal metin olarak yaklaşmak, bu örnekte de olduğu gibi, ciddi haksızlıklara yol açabiliyor. Keşke Millas’ın Balıkçı’nın metinlerini okuyuşu daha az tek odaklı ve tek boyutlu olabilseydi…” (83)
Bu sözleri okuduktan sonra kitabı kapayıp biraz düşündüm. “Uzlaşımsal gerçeklik” gibi bir beklentiye girmenin metnin bütünlüğünün anlaşılmasına nasıl ket vuracağını anlatıyor. Peki, bu tarz beklentilere girmeden bir kitabı okumak mümkün mü? Ya da, aynı kitabı yaşamın çeşitli dönemlerinde okuyunca ondan farklı tatlar almamızın sebebi bir ölçüde “beklentilerimizin” değişimi olabilir mi? Evet, bir metne yaklaştığımızda “onlara özgü paradigmayı arama zahmetine girmeden” sadece “doğru tarih yazıcılığı arayışıyla” okuduğumuz olmuyor mu? Süha Oğuzertem’in makalelerinde böyle ezber bozucu ya da insanı düşünmeye mecbur eden bir taraf var. Ama ilgimi çeken bir başka özellik de, Oğuzertem’in psikanalizi sıklıkla işin içine dahil etmesi.
Bülent Somay ile Özgür Öğütcen beni bağışlasınlar ama psikanaliz çok anladığım bir şey değil. Ama “dünyayı açıklamaya dair” de bir iç tutarlılığa sahip. Dolayısıyla, Oğuzertem’in romanlara yaklaşırken psikanalizi de gözardı etmemesi, incelemenin müthiş zenginleşmesine yol açıyor. “Taklit Aşklardan Taklit Romanlara: Genel Kadın Yazarlığı” makalesi, “kışkırtıcılık” açısından bence en başta geleni. O kadar ki, en son dipnottaki sıralamayı izleyerek romanları bir kez daha okumak isteği uyandı içimde. Daha fazla bir şey yazamıyorum. Süha Hoca, Bilgi Üniversitesi’nin Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde yaklaşık yedi sene çalışmış. Basit bir hesapla, ben eğer başka hevesler peşinde koşmasaydım, rahat rahat benim hocam da olabilirmiş.
İslam’ın şartı beş, altıncı haddini bilmek, der anneannem. Süha Hoca, umarım, makale derlemesi olmayan ve “kitap olarak” yazılmış yepyeni bir metinle en yakın zamanda yeniden okuyucuyla buluşur.
Eleştirirken
Süha Oğuzertem
İletişim Yayınları
399 sayfa.