İzmir’den, Ödemiş’ten, Aydın’dan, Tekirdağ’dan, Marmara adasından apar topar başka bir memlniekete gönderilen Rumlar için yeni bir hayat kurmak epey zor olmuştu. Zaten burada ‘gâvur’lardı, orada da ‘Türk tohumu’ olarak karşılandılar. Yeni ülkelerine giderken yanlarında pek çok şeyi götürdüler. Yunanistan’ın yeme-içme kültürünü buradan gidenlerin inşa ettiği söylenir.
Hâlâ anlatılan, bir şehir efsanesine dönüşen babacan meyhaneci Barba’nın hikâyeleriyle büyümüş olan bizler için çok da şaşırtıcı bir iddia değil bu.
Hikâyeye buradan baktığımızda çok dramatik görünmese de, her şeylerini, memleketlerini bırakıp yeni bir ülkeye gidenlerin çektikleri, çok anlatılmayan, kocaman, acı dolu bir hikâyedir.
Sadece gönderilmek için bekleyenler için İstanbul’da kurulan toplama kampında, her dört kişiden birinin öldüğü rapor edilmiş. Daha Türkiye’den gitmeden ölenlerin sayısının 200 bin olduğunu söyleyen kaynaklar var.
Bu kadar fakirlik ve sefalet içinde gittikleri yeni ülkelerinde, geldikleri yerlerin türkülerine benzeyen şarkılar yaptılar. ‘Rebetiko’ denen, ‘Ege Blues’u’ olarak nitelendirilebilecek bu şarkılar, hasretten, memleketten, arkada kalanlardan, kaybetmekten ve –bazen alkol, bazen esrarla– kafayı bulmaktan bahsediyordu.
Yeni gelenlerin, çokça karşı kıyıdan etkilenmiş, alt kültür müziği Rebetiko, Yunanistan’da çok uzun süre aşağılanmış, hor görülmüştür. Hatta en iyi Rebetiko plakları hep Amerika’da kaydedilmiştir. Toplumun azınlıklarını içine alan bir müzik olma özelliğini de hep korumuştur. Hayatı Costas Ferris’in meşhur ‘Rembetiko’ filminde sinemaya uyarlanan Marika Ninu (Evangelia Atamyan) annesi Kozanlı, babası Kayserili olan bir Ermeni, diğer en ünlü kadın şarkıcılardan Roza Eskenazi ise İstanbullu bir Yahudi’ydi.
Rebetiko dendiğinde birçoklarının aklına ilk olarak uzo gelir. Ama Rebetiko’nun resmî içeceklerinden bir diğeri de ‘retsina’dır. Çok ucuzdur. Yarım litrelik şişelerde satılır; şişelerin ağzı genelde mantarla değil gazoz kapağıyla kapatılır. Çok keskin ve sivri bir tadı vardır. Bu tadı dengelesin diye genelde gazozla karıştırılıp içilir.
Şarap sıralamalarının en altında yer alan bu içki aslında çağlar öncesinin bir geleneğini yaşatmaktadır. Retsina şarapları, adını bildiğiniz çam reçinesinden alır. Roma dönemimde şarapların konduğu amforaların ağızları, şarap havayla temas etmesin diye reçineyle kapatılırdı. Bu iş için kullanılan Halep reçinesi, şaraplara kendine has bir tat verirdi. İsa’dan sonra üçüncü yüzyılda Roma uygarlığının reçineye ihtiyaç duymayan, sızdırmayan ahşap fıçılar üretmeye başlamasından sonra bu şaraplar sadece tadından ötürü üretilmeye devam etti.
Günümüzde Savatiano, As’rtiko ve Roditis isimli yerel üzümlerden yapılan reçine şaraplarına reçine tadını geçirmek için fermantasyon sırasında az miktarda Halep reçinesi ekleniyor.
Pek çok şarap severe çok zor gelen sivri tatlarına rağmen, bol baharatlı, soğanlı-sarımsaklı mezelerle, kömürde pişmiş domuz etleriyle çok iyi uyum sağladığını söylemeden geçmek olmaz.
Benim için ise bol cacıklı, Grek salatalı bir sofrada, hele arkada Mitropanos çalıyorsa, o sofranın en iyi içkisi olacaktır reçine şarabı. Biraz kaybetmekten, bolca hayallerden, bazen isyandan bahseden şarkılara en çok yakışan, reçine şarabıdır. Ucuzdur, melezdir ve lezzetlidir. Tıpkı Rebetiko gibi.