LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Anadolu’da şarabı koruma çabaları

1856 senesinde Amerikan asmalarında bulunan bir zararlıdan bahsedilmişti. Başlangıçta, birkaç botanik meraklısı ve bilim insanı dışında kimsenin ilgisini çekmemişti bu haber. 

Ama sadece on yıl içinde, bunun neredeyse tüm dünyayı etkileyen büyük bir felaketin ilk habercisi olduğu çıkacaktı ortaya.

Avrupa bağları tarih boyunca pek çok zararlıyla savaşmış, bir şekilde hepsinin üstesinden gelmişti. Bağcılar türlü felaketlerle mücadelede bazen bilimsel yollara başvurmuş, bazen de iman gücünü kullanmışlardı.

Genelde din adamlarının yönlendirdiği bağcılar için şarap üretmek, İsa Mesih’ten ötürü yarı kutsal bir işti ve bu işte uhreviyata her zaman yer vardı.

16. yüzyıl Burgonyası’nda, bağa musallat olan zararlılara karşı şöyle bir dua okunurmuş:

 ‘’İmanın kılıcı ve Haç’ın gücüyle silahlanmış olan ben, bir defa, iki defa, defa, asmanın meyvesine zarar veren bütün böceklerin, bütün işe yaramaz tırtılların, kurtla acilen, dalları, tomurcukları ve de meyveleri yiyip bitirmeyi ve yok etmeyi kesmelerini ve şimdilik güçlerinden vaz müminlerin bağlarına zarar veremeyecekleri tek yer olan ormanın derinliklerine çekilmelerini ihtar ediyorum.”

Fakat dualar pek bir işe yaramadı. 20. yılın başlarında Avrupa büyük bir bağ mezarlığı haline gelmeye başladı. Devasa araziler ve o arazilerde yetişen şarap için kurulmuş koca bir ticari düzen, binlerce yıl sonra yıkılıyordu. Yıkımın adı ise Amerikan meşeli bir zararlı olan ‘filoksera’ydı .

Filokserayla mücadele için büyük bir uluslararası faaliyet başladı. Sevr ve Lozan da dahil olmak üzere, uluslararası anlaşmalarda bile bu mücadeleden bahsediliyordu.

Uzun süren çabalar sonucunda ve aşılama yöntemi sayesinde, bağlar ve şarapçılık varlığını sürdürebildi. Kıta Avrupası’nda geliştirdiği yöntem ve çabalarıyla şarapçılığı kurtaran bilim insanlarından Planchon’un heykeli, hocası olduğu Montpellier Üniversitesi’nde ve tren garında sergilenmeye devam ediyor.

Filoksera ilk görüldüğünde Osmanlı için aslında bir fırsat kapısı açılmıştı. İstanbul çevresi, özellikle Erenköy’den başlayarak bağlarla donanmaya başladı. Aydın ili civarında yeni tesis edilen bağlarda yabancı üzümler yetiştiriliyor ve fahiş denilebilecek fiyatlara satılıyordu. Ta ki 1880’li yıllarda Aydın ve İstanbul’daki bazı bağlarda da filoksera görülmeye başlayana kadar...

Osmanlı yönetimi ilk etapta filokseradan etkilenmiş ağaç̧ ve bitkilerin Osmanlı sınırlı içine girişini yasakladı. Ardından, Fransa’da ziraat eğitimi aldıktan sonra 1879-1889 yılları arasındaki Osmanlı ziraat reformlarının mimarı ve Osmanlı ziraat bürokrasisinin en etkili ismi olan Amasyan Efendi, 1878 Bern Kongresi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nda filokserayla mücadele konusunda alınan kararlar hakkında bilgi vermesi ve filokserayla mücadele yöntemleri hakkında görüşlerini iletmesi için Mart 1884’te Şûrâ-yı Devlet’e davet edildi.

Fakat 1885’ten itibaren filokseranın İstanbul Kızıltoprak, Aydın Vilayeti ve Bursa’da görüldüğüne dair bilgiler gelmeye başlamıştı.

Amasyan başkanlığındaki ‘Filokserayla Mücadele Heyeti’ bu böceğin karantinaya alınmasını uygun gördü. Ama bu, birçok bağın sökülmesi anlamına geliyordu. II. Abdülhamit yönetiminin bu kadar büyük mali yük getirecek bir önlem almak istememesi ciddi bir felakete zemin oluşturdu.

Bir sene sonra, artık önlem almak yetmiyordu. Amerikan asma çubuklarına aşı yapılması ve yeni bağlar dikilmesi gerekiyordu. Torkom Efendi ile Nişan Efendi’nin yönetimindeki heyet yeni fidanlıklar kurulmasına karar verdi. Kızıltoprak ve Erenköy ile Aydın Vilayeti’nde, Karşıyaka, Manisa, Urla ve Seydiköy’de yeni fidanlıklar kuruldu.

1898’de Kızıltoprak fidanlığında Amerikan asmalarına aşılanan yerli türler arasında Çavuş̧, beyaz ve pembe Razakı, Tilkikuyruğu, Amasya, Altıntaş̧, Parmak, Yapıncak, Hanım Parmağı, İzmir Siyahı, Edirne Karası, İskenderun Misketi, Al Pehlivan, çekirdeksiz ve Kuş Yüreği üzüm türleri bulunuyordu.

Halkalı Ziraat Mektebi’nde öğretmenlik yapan Hekimyan ve Zakaryan Efendiler, yaptıkları saha çalışmalarıyla aşılamanın yararlı olduğunu kanıtladılar.

Aynı Planchon gibi özveri ve çabaları ile Anadolu’da üzümün ve tabii ki şarabın var olmasını sağlayan, gerçek anlamda isimsiz kahramanları hatırlamak lazım...