Bu hafta, geçen haftaki “İfade Özgürlüğü Gün Gelir, Herkese Lazım Olur” yazısında sözünü ettiğim “matufiyet” ve “ifade özgürlüğü” kavramlarına Erdoğan’ın bir davada daha sığındığını yazacaktım. Zira sizin o yazıyı okuduğunuz 20 Nisan Cuma günü, açtığım yeni hakaret davasının ilk duruşması vardı. Ankara 21. Asliye Hukuk yargıcı, “matufiyet yoktur” (yani, isim zikredilmediği için bu sözlerin kime edildiği belirsizdir) diyerek davayı reddetti.
Böylece ben ve arkadaşlarım, aynen 1.128 akademisyene hakaret davasında olduğu gibi, demokrasi adına büyük bir zafer daha kazanmış olduk. Çünkü Erdoğan bu ikinci davada da hakaretlerinin, adları tam liste halinde basında çıkmış olan akademisyen ve sanatçılara yönelik olduğunu inkar etti ve bu kere de ifade özgürlüğüne sığındı.
Tabii, “matufiyet yoktur” diyen sayın yargıca da sormak lazımdı: “Sayın Cumhurbaşkanı bu adı sanı belli 170 kişiye etmediyse bunca hakareti, kime etti; Marslılara mı?”
Ve şunu ilave etmek lazımdı: “Bu ret kararınız, Sayın Cumhurbaşkanının muhalefet eden herkese hakaretler yağdırmaya devamını garantileyecek; bunu hiç düşündünüz mü?”
Ama karar verilmiş, ne işe yarayacaktı, bu bir. Türk mahkemelerinde yargıçlar prensip edinmişlerdir; insanları konuşturmazlar, sadece azarlarlar, bu da iki.
Şimdi, kendisinin avukatına 2.000 lira ödemem gerekiyor. Ama helal-ü hoş olsun, afiyet bal olsun, bu inkar ve sığınmayı yaşamak milyarlarca milyarlara değdi…
Bunları yazacaktım. Fakat “baskın seçim” savaşında olup bitenler o kadar önemli hale geldi ki, o konudaki düşüncelerimi yazmak istiyorum.
***
Gelelim bugünkü konumuza.
Her şeyden önce, CHP’yi kutluyorum. Adalet Yürüyüşü asıl gitmesi gereken yere yani Edirne’ye ulaşmadığı ve arkası da gelmediği için söylüyorum, CHP kedi olduğundan beri ilk defa bir fare tuttu. İlk defa ürkek ürkek nal toplamak yerine, oyun kurdu.
Bu oyun da son derece akıllı bir eylem. Yoksa İyi Parti’nin alacağı oylar AKP-MHP koalisyonuna gidecekti ve Türkiye papazı iyice bulacaktı. Kimin aklına geldiyse, tebrik ederim.
Eylemin “Cumhur İttifakı” planlarını fena halde bozduğunu görmek için, M. Ünal, B. Bozdağ, N. Zeybekçi ve D. Bahçeli gibilerinin çığlıklarına gitmeye lüzum yok. Erdoğan’ın, tam İyi Parti konuşacakken TBMM’deki locasını terk edip, “son başbakan” B. Yıldırım ile D. Bahçeli’yi de yanına alarak çıkıp gitmesi yeter.
O da yetmezse, Özgür Özel için resepsiyonda, “Aşağıda olsam ağzının payını verirdim” ve sanki YSK’yi etkileyen benim babammış gibi, “YSK kararını Cumartesi günü verse bu 15'ler olmazdı” demesi yeter. O da yetmezse, sanki “yeni rejim”de parlamento bırakmışmış gibi, “Parlamentomuzun bu duruma düşmesi felaket” demesi fazlasıyla kafidir .
***
Yalnız, aralarında neler konuşulduğunu bilemediğim için CHP’yi ihtiyaten uyarmak istiyorum:
1) Umarım, bu eylem Adalet Yürüyüşü’ne benzemez. Devamı gelir.
2) Umarım, seçim güvenliğini gerçekten garantili biçimde sağlayacak önlemler alınmıştır. Bu, işin “olmazsa olmazı”dır. Ölmüş fakat öldüğü nüfusa yansımamış olan 2,5 milyon kişinin yerine oy verdirileceğine ilişkin haberler ve yorumlar başladı. Buna Ülkücü Yeniçağ gazetesi de dahil.
Bizzat kendimden bir örnek vereyim: İktidara yol gösterir gibi olmasın ama, benim ninem Şükriye 1964’te yüz yaşını geçmişken vefat etti, ama şu anda e-devlet’te canlı gözüküyor. Avukat babamın bunu nüfusa bildirmemiş olması tek kelimeyle ola-nak-sız.
Ne geldi aklınıza? Hey gidi Baba Gogol! Sen bu tür sahtekarlığı daha 1842’de “Ölü Canlar” romanında yazmıştın:
Günlerden bigün bi kasabaya Çiçikov diye ağzı iyi laf yapan birisi gelir. Derdi, ölmüş ama nüfusta hâlâ yaşıyor gözüken serflerin (yani feodal düzenin yarı-köle köylülerinin) evraklarını toprak sahiplerinden satın almaktır. Uyanık Çiçikov kısa zamanda zengin olmanın yolunu bulmuştur: Devlet, serf adedine göre para ve kredi vermektedir.
***
3) Devam edelim. Umarım, herkesten oy alabilecek demokrat bir aday seçmesi beklenen CHP, 15 milletvekilini yollarken, İyi Parti’yi ciddi bir protokolle bağlamıştır:
Her şeyden önce, Erdoğan’ın yerine hiç ihtiyacımız olmayan ikinci (ve bir küçük) Erdoğan gelmesini baştan önlemek için her adayın derhal programını, yani seçildiği takdirde ne yapacağını ilan etmesi istenmelidir ki herkes kimi seçtiğini bilsin ve sapıttığı takdirde üzerine gidebilsin. Yani her aday önceden açıklamalıdır:
“Ben, önce, yapılan korkunç haksızlıkları gidereceğim. OHAL KHK’lerinin Anayasa’yı yüzde yüz ihlal etmekte olan hükümlerini iptal ettireceğim. 15 Temmuz darbe maskaralığına fiilen karışmışlar dışındaki insanları derhal tahliye ve görevlerine iade ettireceğim, öncelikle de hapse atılmış parlamenterleri ve gazetecileri çıkartacağım.”
“Ben, bütün bunların simgesi olarak, kendimden başlayacağım ve AkSaray’ı derhal ihtiyacı olan kamu kurumlarına tahsis ederek Çankaya Köşkü’ne döneceğim.”
“Ben, bunlardan sonra, derhal yeni bir anayasa çalışması başlatıp, kendimi, Tek Adam’ın enkaza dönüştürdüğü hukuk devletinin kurulmasına, parlamenter sistemin ve partisiz cumhurbaşkanının tarafsız hakem haline getirilmesine, barajın % 3’e indirilmesine, Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirilerek parti-içi demokrasinin sağlanmasına adayacağım. Tarafsız ve bağımsız Yargı’ya saygınlığının iadesi ve işe HSK’den başlanması ise en büyük eserim olacaktır.”
***
4) Umarım, Erdoğan’ın istismar etmesine yol açmayacak biçimde HDP’yi ittifaka dahil etmek kararlaştırılmıştır. Burada umarım diyorum, çünkü İyi Parti’den bu konuda pis kokular gelmekte. Oysa:
a) Kürtlerin demokratik ve parlamenter faaliyetini engellemek, bu yurttaşları silaha sarılmaya teşvik etmektir. Mehmet Ağar bile “Dağda silah yerine ovada siyaset” diyerek daha Ekim 2006’da uyarmıştır. Kürtlerin dışlanması halinde ülke asla istikrara kavuşamaz.
b) Kürt oyları olmadan muhalefet seçim kazanamaz. Üstelik “Selocan” Demirtaş had safhada sevimli ve popüler bir kişidir.
***
5) Çatı adayı konusunda, Mülkiye’den attıkları anayasa hocası Murat Sevinç arkadaşımla aynı fikirdeyim. Erdoğan’ın Allah’tan isteyebileceği tek şey ilk turda ortak adaydır, çatı adayıdır; hele de Kılıçdaroğlu olursa. A. Gül kabul ederse, Erdoğan yine ilk turda kazanabilir çünkü Gül’e birçok CHP’li oy vermeyebilir. Zaten çatı adayında mutabakat fiilen imkansızdır, kimse kendininkinden vazgeçmez, boşu boşuna kavga çıkar.
***
Özet ve Sonuç: Adaylardan taahhüt alındıktan sonra, birinci turda herkes kendi adayını çıkarmalı ve içini soğutmalıdır. Zaten böyle yapılırsa (hele de Saadet’in adayı Abdullah Gül olursa) muhafazakar oylar her tarafa dağılacak, adayların her biri Erdoğan’dan ısırıp bir parça koparacak, yüzde 50’yi bulamamasına yol açacak, iş ikinci tura kalacaktır. İkinci turda iş basittir…