Mehmet Özdinar komaya girene kadar dövüldüğünde 32 yaşındaydı. İstatistiki veri toplamak için gittiği balıkçı barınağında kaçak trol yapan balıkçıları görünce pek çoğumuzun yaptığını yapmayarak müdahale etti. Öyle dövdüler ki 14 gün komada kaldı, ama yaşamadı.
Mehmet Özdinar adını hiç duydunuz mu?
Büyük ihtimalle hiç duymadınız. Çünkü Mehmet Özdinar komaya girene kadar dövüldüğünde 32 yaşındaydı. 50 yıllık balıkçılık yapmış birinin oğlu olarak Su Ürünleri Mühendisliği okumuştu. Birçoklarının seçerek değil de puanı yettiği için girdiği bir bölüme, baba mesleğinden dolayı, isteyerek girmişti.
Denetleme falan için değil, istatistiki veri toplamak için gittiği balıkçı barınağında kaçak trol yapan balıkçıları görünce pek çoğumuzun yaptığını yapmayarak müdahale etti. Öyle dövdüler ki 14 gün komada kaldı, ama yaşamadı.
…
Geçen haftalarda denetleme yapan bir tekne, polisten kaçmaya çalışırken iş o kadar çığırından çıkmıştı ki, arbede sırasında bir polis memuru kaçak av yapan teknede kalmıştı. Kaçak avcılar polis memurunu dövüp denize atmışlardı ama şanslı geceymiş.
…
Bunları geçen hafta AGOS’un arka sayfasında kıyı balıkçısı ve aktivist Kenan Kedikli, Ferda Balancar’a anlattı.
Bunlar gözümüzün önünde, İstanbul’da oluyor. Kenan Kedikli diyor ki “Denizde iki grup insan var. Bir grup yasal mevzuat çerçevesinde avcılık ve toplayıcılık yapar iken zaman zaman (bilgisizlik, mali baskı, borçlar vb. nedenlerle) avcılık toplayıcılık faaliyeti yapıyor. Bir başka grup var ki bunlar denize sadece yasadışı avcılık ve toplayıcılık yapmak üzere çıkıyor. Bu ikinci grubun tekneleri ruhsatsız, çalışanları ruhsatsız, tekne sahipleri ruhsatsız ve tamamen kayıt dışıdırlar. Üstelik diğer gruptaki balıkçı zaman zaman yasadışı avlansa da balıkçılık faaliyetini tek başına yapmaktadır. Diğer grup ise örgütlü gruplar halinde çalışıyor. Bunlar bildiğiniz çıkar amaçlı suç örgütleridir. Balığını satanı var, rüşveti toplayıp dağıtanı var, sahillerde denetim personelini izleyip takip eden erketeleri var.”
Pek umurumuzda olmadan balıkları almaya, satmaya, yemeye devam ediyoruz ama durum göründüğünden vahim. Her şekilde bu suçun ortağı oluyoruz. Aldığımız, sattığımız, yediğimiz her balıkta bu suça biz de katılıyoruz.
“Aman, ben almazsam başkası alacak, hem şimdi sesimizi çıkarmanın hiç sırası değil” diyebilirsiniz, ki haksız değilsiniz. Bu memlekette kimin başına ne geleceği hiç belli olmaz. Lüfer kampanyalarının yürütücüsü o tarihlerde Fikir Sahibi Damaklar’ın başındaki Defne Koryürek’i sopa gösterip susturamayan mafyöz balıkçılar “FETÖ’nün balık imamı” demişlerdi. Ya tutarsa…
Üstelik tezgâha gelen balığın hangisinin yasal, hangisinin illegal tutulduğu bilinmiyor. Ama iş sadece etik olarak doğruyu yapmakla ilgili değil; işin içine sağlık da giriyor. Birçok İzmirli arkadaşım İzmir’in midye dolmasını över. Bakın, Kenan Kedikli ne anlatıyor:
“Örnek vereyim; İstanbul’dan yola çıkan iki TIR her gün İzmir’e midye taşır. Yaklaşık 50 tonluk bir midyeden bahsediyoruz. Bu midyeler her gün sabaha karşı 04-05 gibi Kadifekale’de pişiricilere dağıtılır ve gün içinde midye dolma olarak satışa sunulur. Teknelerden küçük araçlarla toplanan midye TIR güzergâhına taşınmakta ve yaklaşık 500 km ötedeki bir şehirde pişmiş olarak pazarlanabiliyorsa bir organize işten örgütlü bir suçtan bahsediyoruz demektir. Üstelik ve belki de en önemlisi bu bir halk sağlığı sorunudur. Midye leziz ve kıymetli bir deniz canlısıdır ama kökeni bilinmeyen midye bu kadar büyük ölçekte toplanıyor ve tüketiliyorsa halkın sağlığı da tehlikeye atılıyor demektir.”
Üzerimize düşen çok şey var. Yakında av yasakları başlıyor. Yasaklara uygun şekilde tutulmuş balıkları tercih etmekle, yasak ortasında satılan, mevsimi olmayan balığı almamakla başlayabiliriz bir şeyler yapmaya.