Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ‘ulusa sesleniş’ konuşması mutlaka dinlenmeli ya da en azından yazıya dökülmüş hali okunmalı. 1 Mart’ta Moskova’daki Manej Sergi Salonu’nda yapılan bu konuşma tarihî bir olaydı. Rusya liderinin geleneksel yıllık konuşması olduğu için değil; 18 Mart’ta yapılacak olan oylamaya üç haftadan az bir süre kala, seçim kampanyası için gösterdiği ilk ciddi çaba olması nedeniyle de değil. Hatta, seçim programını ortaya koyduğu için de değil; Rusya’da herhangi birinin Putin’le yarışa girebileceğini ciddi ciddi düşünen kimse yok zaten. Bu konuşma dinlenmeli –ya da okunmalı–, çünkü Vladimir Putin orada, başkanlık görevini sürdüreceği bir sonraki altı yıllık dönemin programını açıkladı
Rusya Devlet Başkanı’nın projeksiyonlarda, Rusya da, dünya da bambaşka görünüyor. Nükleer silahlar ve jeopolitik rekabetle, hakiki bir küresel savaş riskinin söz konusu olduğu, tehlikeyle dolu bir dünya...
Putin, konuşmasının ilk kısmında, önemsiz, harcıâlem şeyleri tekrarladı: Rusya çok büyük bir ülkedir ve daha da büyük bir potansiyele sahiptir; Rusya yeni teknolojiler geliştirmeli, hammade ihracatına bel bağlamamalıdır; Rusya “her alanda özgürlükleri genişletmeli, demokratik kurumları, yerel yönetimleri ve mahkemeleri güçlendirmelidir”... 2000 yılında, sağlığı iyi olmayan Boris Yeltsin tarafından, Sovyet geleneklerine uygun şekilde (Sovyet Politbürosu’nun kolektif niteliği hariç) halefi olarak seçilişinden bugüne uzanan yönetiminin sicilini de savundu: 2000 yılında Rusya nüfusunun %30’u yoksulluk sınırının altında yaşıyordu, 2012 yılında bu oran %10’a düştü, ancak o dönemden bugüne “iktisadi kriz ortamında” yoksulların sayısı iki katına çıktı. Putin asgari ücreti ve ülkenin gayrisafi millî hasılasını yükseltme, Rusya’yı dünyanın en büyük beş ekonomisinden biri haline getirme sözü de verdi. Kentleri ve köyleri dönüştüreceğine, altyapıyı yenileyeceğine, gayrisafi millî hasılanın %4’ünü sağlık hizmetlerine, daha fazlasını yol inşaatlarına ve yüksek hızlı internete yatıracağına da söz verdi. Teknoloji sektörünü, robotic alanını, büyük verileri vs. geliştirmek için eski Sovyet bilim kentlerini elden geçirme sözü de verdi.
Bütün bunlar girişti. Konuşmanın ikinci bölümü başka bir yönde ilerledi. Putin, Rusya’nın Suriye’ye yaptığı askerî müdahaleden, bir fabrikanın verimliğinin yükseltilmesi ya da pamuk üretiminin artırılması hakkında konuşurmuşçasına, aynı ilerlemeci ruhla söz etti: “Suriye’deki operasyon, Rus Silahlı Kuvvetlerinin yükselen kapasitesini ortaya koymuştur” (...) “Şu anda eskisinden 3,7 kat daha fazla modern silahı, ayrıca 80 adet yeni kıtalar arası balistik misili, 102 denizaltı balistik misili vardır.” “Suriye, Rusya’nın askerî gücünün sergilendiği bir vitrin olmuştur. Hem Rusya hem de bütün dünya en yeni uçaklarımızın, denizaltılarımızın, uçak savarsilahlarımızın adlarını biliyor” vb.
Ardından, Rusya lideri, ülkenin en yeni balistik misil sistemleriyle uzun uzadıya övündü; Soğuk Savaş döneminde yapılan bir konuşma gibiydi. Yeni silahlanma yarışını, doğrudan, ABD’nin –1972’de SSCB ile imzalamış olduğu– Anti Balistik Misil Anlaşması’ndan “tek taraflı olarak çekilmesine” verilmiş bir yanıt olarak gerekçelendirdi. 11 bin kilometre mesafedeki hedefleri vurabilen, savunma sistemlerini çaresiz bırakan nükleer başlıklı hipersonik misil sistemlerinden söz etti. 2003 yılında birliklerini Irak’ı işgale gönderen Amerikalı savaş planlayıcılarınınki gibi, makinalara ve teknolojiye yönelik bir hayranlık vardı konuşmada. Putin, muzafferane konuşmasını “O zaman bizi dinlememişlerdi. Şimdi bizi dinleyin” sözleriyle noktaladı.
Elbette, Putin’in ve Rusya kamuoyunun, ABD liderine yöneltebileceği pek çok meşru eleştiri var. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından gelen ABD liderleri ne yeni cumhuriyete yardım ettiler, ne de –Sovyetler’e karşı askerî bir ittifak olan– NATO’nun yerine, Rusya’yı içine alarak ‘eski kıta’da güvenliği sağlayabilecek yeni bir güvenlik düzenlemesi getirdiler.
Ancak, Rusya seçimlerini takip ettiğinizde, ABD karşıtı söylemin, Rusya’nın siyasi tercihlerine dair tartışmaları bastırmaya dönük bir yöntem olduğu izlenimini ediniyorsunuz. Öncelikle, Rusya’nin siyasi sisteminin neden yeni liderler üretemediğini kimse sorgulamıyor. Putin, bir sonraki görev döneminin sonunda, Çar II. Nikolay’dan (1896-1917) bile daha uzun bir süre, 24 yıl Rusya liderliği yapmış olacak (200-2024). Şunların nedenleri de sorgulanmıyor: Bütün konuşmalara rağmen, Rusya ekonomisi petrol, gaz ve diğer hammaddelerin ihracatına dayanıyor ve bu durum teknoloji alanında ilerlemeyi kamçılamıyor; iktidar tekeli katılımcılığı ve demokratikleşmeyi teşvik etmiyor; medyaya uygulanan sansür, devlet propagandasının şeffaf bir şekilde değerlendirilmesini teşvik etmiyor; Rusya bürokrasisi, Sovyet bürokrasisinden de büyük hale geldi; ‘geçiş’ süreci 25 yıldır devam ederken, Rusya hâlâ demokratikleşme ve yargı sisteminde reform üzerine düşünmek zorunda.
Rusya’nın askerî gücüne dair iddialarını hiç kimse ciddi bir şekilde inceleyemedi ve tartışamadı. Rusya’nın Putin yönetiminde girdiği üç savaşta da (İkinci Çeçenya, Gürcistan ve Suriye savaşları), karşısında kendinden zayıf devletler ya da ayaklanmalar vardı; her üçünde de Rus Ordusu’nun zayıflıkları açıkça ortaya çıktı. Kuzey Suriye’de Rusya’nın askerî personeli ile Amerikan güçleri arasında son dönemde yaşanan çatışma, Rus tarafı açısından feci sonuçlar doğurdu. Fakat bu meselelerin hiçbiri, Ukrayna felaketi ya da Suriye savaşında ölen Rusların sayısı bile, Rusya’daki başkanlık kampanyasında tartışma konusu olmayacak
Amerikalılar “Siyaset tamamen yereldir” der. Ancak Rusya’daki 2018 başkanlık seçimleri, bunun tersini söylüyor âdeta: Rusya’da seçimler tamamen jeopolitikle ilgilidir.