Geçtiğimiz Çarşamba Havak Salonu'nda bir konuşma yapmak için İstanbul'da bulunan Beyrut’taki Haygazyan Üniversitesi Ermeni Diasporası Araştırmaları Merkezi Müdürü Dr. Antranik Dakesyan'la Lübnanlı Ermeni toplumunun dünü ve bugünü
Hrant Dink Vakfı iki değerli akademisyen ağırlıyor. Beyrut’taki Haygazyan Üniversitesi Ermeni Diasporası Araştırmaları Merkezi Müdürü Dr. Antranik Dakesyan, 10 Ocak Çarşamba günü Anarad Hığutyun Binası Havak Salonu’nda bir sunum gerçekleştirdi. Dakesyan konuşmasında kendi yönettiği merkezin çalışmalarını esas alarak bu şehirdeki Ermeni topluluğunun 1920’lerden günümüze uzanan panoramasını sundu. 12 Ocak Cuma günü ise Ermenistan Ulusal Kütüphanesi Müdürü Dr. Dikran Zarkaryan ve Dr. Antranik Dakesyan “Coğrafi mesafeler dijital bağlantılarla aşılabilir mi” sorusuna birlikte yanıt arayacak ve Diaspora topluluklarını birbirine bağlayan kütüpheneleri konuşacak.. Vahakn Keşişyan’ın moderatörlüğünü yapacağı panel Havak salonunda 18:30’da başlayacak. Dakesyan ile Lübnan Ermeni toplumunun dünü ve bugünü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
İstanbul’a ilk gelişiniz mi?
Türkiye’ye ilk gelişim. Hiç fırsat olmamıştı.
Haygazyan’daki görevinizden bahseder misiniz?
Haygazyan Üniversitesi’nde 2011’in sonlarına doğru Ermeni Diasporası Araştırmaları Merkezi kuruldu ve kuruluşundan beri o merkezin müdürlüğünü yapmaktayım. Aynı zamanda 1993’ten bu yana Haygazyan Ermeni Araştırmaları Dergisi’nin sorumlu editörüyüm.
İlk olarak bugünkü Beyrut ya da daha genel olarak Lübnan’da yaşayan Ermenilerin durumunu sormak isterim.
Bizim için zor bir tarih bu. 1975 - 1990 arasındaki iç savaş yılları bizim için oldukça zorlu bir dönemdir. Gerçi dayandık, direndik ama baş edemediğimiz en önemli mesele dış göçle kan kaybetmemiz oldu. Halkın önemli bir kısmı o yıllarda ülkeden uzaklaştı. Bu göçün sonuçlarını bugüne kadar yaşamaktayız. 1990’a geldiğimizde savaş fiilen sona ermişti ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ekonomik krize maruz aldık. Ülkenin yeniden inşası oldukça yavaş ilerledi. Zaman zaman İsrail’le yaşanan sorunlardan ötürü istikrarsızlık yaşandı. İç istikrarsızlık yaşadık. Zira yaşadığımız savaş zaten bir iç savaştı. Devlet yönetiminden kimin neyi ve ne kadar alacağı kavgaları uzun sürdü. Ülkede cemaatler düzeni var. O yüzden de bu cemaatlerin birbiriyle uyumu sorunu yaşıyoruz. Bu anlattığım sarsıntılar günümüze kadar sürmekte. Bu altüst oluştan komşu ülkeler de kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmak istediler. Lübnan’da istikrarsızlık sürdükçe bulanık suda balık avlamaya heveslenenler eksik olmadı. Son 5 veya 7 yıllar boyunca ülke yeniden devletleşme süreci yaşıyor. Tüm bu süreçte bölgedeki siyasi olaylar, hem ülkenin hem de bölgenin istikrarsızlığına yol açıyorlar. Suriye krizinin bize etkileri çok ağır oldu örneğin. Ülkede 1.5 milyon Suriyeli mülteci var ve bu sayı Lübnan nüfusunun 1/3’üne tekabül ediyor. Suriyeli mülteciler Lübnan’da ucuz iş gücü olarak görülüyorlar. Yerli iş gücünün de işsiz kalmasına yol açan bir durum bu. Zaten ekonomik açıdan zorluklarla boğuşan bir ülkeyiz ve bu durum bize bir de sosyal sorunlar yükledi. Şüphesiz ki bu çalkantılar ülkedeki herkese olumsuz bir etki olarak yansıyor. Ermeniler de bunun dışında değiller şüphesiz.
Lübnan’ın demografik yapısının netleşmemesi de bir sorun. Ermenilerin sayısı azalıyor, dış göç sürmekte. Bir yandan Suriye’den 10 – 12 bin belki biraz daha fazla Ermeni mülteci geldi. Bunların bir kısmı kaldı, bir kısmı gitti. Kalanlar Halep’e dönecekler mi yoksa buradan başka bir ülkeye mi gidecekler belli değil. Eski düzenini yeniden oluşturmak için istikrara ihtiyacımız var. 1975’ten 1990’a kadar savaş halindeydik. Bu şartlar altında okulu korumak daha kolaydı. Öğrenci sayısındaki azalma o dönemde bir sorun değildi. Ama şimdi savaş bittikten sonra öğrenci sayısı azalan okullar için yeni çözümler düşünmek zorundayız. Bu durumun en somut örneği, Merkezi Milli Okulun kurulması oldu. Bunun olumlu yanları var belki ama olumsuz yanlarını da görmek zorundayız. Olumlu yanı, bunun yeni bir çözüm olduğu ve muhtemelen daha verimli olacağıdır. Her halükarda yeni ve önemli bir adımdı bu. Şunu da belirteyim ki 1990’dan sonra Lübnan’da yeni bir kilise inşa edilmedi, yeni bir okul da açılmadı. Sadece bazı okulların birleştirilmesiyle yeni bir okul oluştu. Sadece kurumlar anlamında yani binalar vs olarak değil, kadrolar olarak da yeni şartlara uyum sağlayacak çözümler üretmek zorundayız. Savaş esnasında yapacağın bir şey yok, nereye lazımsa oraya yetişeceksin. Ama barış dönemi geldiğinde ekmeğini de kovalamak zorundasın. İşte o aşamada boşluklar oluşuyor. Savaş esnasında birkaç yerde birden yöneticilik yapmak zorunda olanlar şimdi tek bir görev veya bilemedin iki görev üstleniyorlar. Değişim, dönüşüm sorunu yaşıyoruz. Üstelik bu meselenin bir yüzü sadece. İç savaş 90’lardan sonra bizi geçmişimizden de kopardı önemli oranda. Bu da meselenin diğer bir yüzü. Geçmiş derken soykırımı veya kayıp ülke Batı Ermenistan’ı falan kastetmiyorum. Konu olan Lübnan. Lübnan’da Ermeni geçmişini bilmeyen bir nesil yetişti. 1994’te doğan 18 yaşında olan biri bilinci yerine geldiğinde, yaşama girdiğinde, 70 bin ile 100 bin arasında varsayılan bir toplumla karşılaşıyor. O toplumun bir bireyi. Genel olarak zayıf ve küçük bir toplumun parçası. Daha önce yani 75’ten önce bu toplumun durumunun ne olduğuna dair bir algısı yok. Oysa 1975’te Ermeniler Beyrut’un en büyük Hıristiyan topluluğuydular. Tüm Lübnan’ın ise ikinci en kalabalık Hıristiyan topluluğu. O zamanlar için 225 bin kişilik bir toplumdan bahsediyoruz. Ayrıca Lübnan topraklarının çok geniş olmadığını da göz önünde bulundurmalıyız. Dolayısıyla yoğun bir nüfus yapısı. ABD’deki Ermeni Diasporası 1 milyondan daha kalabalık ama ülke yüzölçümüne bölündüğünde bizim taraflarda çok daha ciddi bir yoğunlukla karşılaşılır.
SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN