Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir
Tutar insana yaşamayı sevdirir
Metin Eloğlu
Bazı şeylere duyduğun sevgiyi anlamlandıramazsın. Sadece sevdiğini bilirsin, ara sıra aklına düşer.
Rakı benim için bunlardan biridir. Tadını, yemeklerle uyumunu falan boşverdim. Bir defa, kokusu baş döndürücüdür. Bazen yediğim anasonlu bir kurabiye bile, olur olmaz zamanda rakıyı aklıma düşürür.
Rengi, ritüeli, kadehe koyup da suyu eklediğinde yavaş yavaş değişen rengi, muhabbetin habercisidir. Ama, çok sevsem de, rakıya gereğinden fazla anlam yükleyenlerden değilim. Elli maddelik rakı sofrası kanunları, rakı masası adabı nutukları hoşuma gitmez. Rakı masasının liberallerindenim. Babam gibi.
Mey İçki yıllar önce, ‘Mest’ adında, şişesi de tadı da insanı mest eden bir rakı çıkarmıştı. İnce boyunlu, şık bir şişede, mantarlı olarak piyasaya sürülmüştü. Ben yıllarca denediğim her şeyi babama da deneten, hayırlı bir evlat olarak babama o rakıyı da denetirken çok iyi biliyordum ki, ona ne zaman bir şarap ya da başka bir içki tattırdıysam başıma gelen tekrarlanacaktı. Babam beni kırmayıp “çok güzelmiş’’ diyecek, sonra kendi klasik rakısına devam edecekti. Ama öyle olmadı. İlk defa, babam, yeni çıkan bu rakıya müptela oldu. Dayanamayıp sordum; cevabı hâlâ benim ve rakı sofralarımın en önemli sözüdür: “Rakıda sıkıntı olmayacak.”
Sebebini sonra anlatmıştı; rakının, mantarlı şişeden, diğer bilyelilere göre daha rahat akıyor olması, onun bu rakıyı seçmesi için yeterliydi.
Yani rakıda sıkıntıyı en aza indirmek en doğrusu bana göre. Öyle masada bir defa kadeh kaldırılır, herkes sırayla konuşur, önce mezeden bir ufak alınır, rakı sofrasında karın doyurulmaz lafları beni epey yoruyor.
Eskinin ocak dahi olmayan meyhanelerinde sadece altlık olsun diye konan mezeler artık başlı başına bir yemek haline geldi. Artık meyhane, 100 sene öncesinin içkili mekânları ile aynı yer değil.
Eskiden epey marjinal, sadece altkültür mensuplarının gittiği meyhaneler artık kendilerini rakı servis edilen lokantalara çevirdi ki bu gayet güzel bir şey. Mezeler çeşitlendikçe rakılar da mezelere ayak uydurdu. Meşede yıllanmışına, taze üzümden yapılmışına, ustaların harmanladığı örneklerine kadar, artık rakı da bir derin derya. O nedenle, tutucu olmaya gerek yok. Tabii, tutucu olmayacağız derken soframıza da haksızlık etmemek lazım. Malum, yenilikçi meyhaneler kadar, yoğurt ve varyasyonlarının yanına Amerikan salatası (Rus değil) ile acılı ezmeyi koydu mu kendine meyhane diyen yerler var ki, onlara meyhane demek pek mümkün değil bence. Her ne kadar kural yok desek de, meyhanelerin olmazsa olmazları var tabii ki. Onu da Metin Eloğlu yazmış:
bu zıkkımın yanında
Arnavut ciğer ister, bir
çiroz salatası ister, iki
cacık ister, üç
Uzun lafın kısası, ne derseniz deyin, belki de öğrenilmiş çaresizlik ama rakı masasının keyfini başka bir yerde bulmak çok zor. “Rakıda sıkıntısı olmayacak” gibi liberal laflar eden babamın da kendince epey koyu kuralları vardı. Ona göre, güneş batmadan asla ve kata rakı içilmezdi.
Bense öğle rakılarını çok severim. Hele bu mevsim, üşütmeyecek kadar bir güneş, masada biraz meze ve iki kova su gören bir yer varsa, tam bu mevsimde İstanbul’da bir yerlerde öğle rakısı hususi tavsiyemdir.
Ne demiş şair, “öğle rakıları candır.”