‘’Dünyaları değişmem kızıl şaraba
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.
Şarap satanların aklına şaşarım:
Ondan iyi ne var alınacak dünyada’’
Ömer Hayyam
Şarap işiyle uğraştığımı duyan hemen herkes daha ilk iki cümleden birinde bana ‘’En iyi şarap hangisi?’’ diye sorar.
Tecrübeyle sabittir, ben bu soruyu her duyduğumda gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalırım. Genelde verdiğim cevap ‘’en iyi şarap’’ diye bir şeyin olmadığıdır ki bu cevap hemen karşımdaki tarafından şarap konusunda yeterince ‘’iyi’’ olup olmadığımın sorgulanmasıyla biter.
Tarih boyunca okuduğunuz ve şaraptan bahseden pek çok yazı antik dönemin ünlü şaraplarından bahseder. Homeros’tan Sokrates’e pek çok yazarın övgüyle bahsettiği ‘’Pramneiôn’’ şarabı antik çağların belki de ilk süper star şarabı olarak karşımıza çıkıyor. Bu şarap ile alakalı yazan herkes şarabın güzelliğini ve tabi ki faydalarını anlata anlata bitiremiyor.
Tarihin belki de en önemli çalışmalarından birisi olan ‘Doğa Tarihi’ kitabında, Gaius Plinius Secundus şöyle anlatıyor bu şarabı; ‘Dahası, Homeros’un da övgüyle bahsettiği Pramnio şarabı hala prestijini ve ismini korumaktadır. [Bu şarap] İzmir bölgesinde, Tanrıların Anasının [Kibele] tapınağına yakın bir bağdan gelir.’’ (Historiae Naturalis, XIV.223)
Fark ettiğiniz üzere bir markadan ya da üreticiden değil, şarabın geldiği bölgeden bahsediyor. Yüzyıllar boyunca zaten şarapların kalitelerinden bahsederken üreticiden değil hep şarabın üretildiği yerden bahsediyor yazarlar. Bugünün son moda anlayışına ters olsa da aslında çok doğru bir yaklaşım. Hala şarabın en önemlilerinin geldiği eski dünya olarak tabir edilen kıta Avrupa’sındaki şarap kanunları da hep bölgeyi göz önünde bulundurarak şarapların kalitelerini sınıflandırırlar.
Bazı bölgelerin üzüm yetiştirmek için diğerlerinden katbekat iyi olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Ama antik çağlarda iyi şaraplar üretilmiş olması o bölgelerde hala iyi şaraplar üretileceğinin garantisi değil. Her şeyden önce beğenilerimiz ve damak tadımız değişiyor. Biz atalarımızın hiç tatmadığı kadar bol şeker ile iç içeyiz, farklı baharatlara, lezzetlere çok daha kolay ulaşabiliyor ve sıkça tüketiyoruz.
Üstelik nasıl bugün gıdaların modası varsa antik çağın da kendine has adetleri, modaları var. Roma’da sadece barbarların sek şarap içtiğine, şarabın mutlaka deniz suyu ile karıştırılması gerektiğini söylüyor o zamanın şarap ukalaları.
Ayrıca, efsanevi Bordeaux şaraplarının geldiği topraklar ya da binyıllardır üzüm yetiştirilen Diyarbakır gibi bölgeler sanki şarap üretilsin diye yaratılmış yerler ama tarih boyunca rüştünü ispatlamış bu bölgeler sonsuza kadar hep iyi kalacaklarını garantileyemiyorlar.
Başımızın en büyük belası küresel iklim değişikliği farklı şekillerde kendini göstermeye devam ediyor. Bazı yerlerde görülen fazla sıcaklık üzümlerin sahip olduğu şekeri, o şekerde şarapların sahip olacakları alkol miktarını arttırıyor.
Bu sıcaklık yükselmesinin şaraptaki yansımaları çağdaş teknoloji tarafından biraz dizginlenebiliyorsa da devasa kuraklıklar bazen korkunç sonuçlar doğurabiliyor. Geçen senelerde üst üste yaşanan büyük kuraklıklar Avustralya’da bazı bağ bölgelerini geri dönülmez şekilde vurdu.
Aynı kuraklık yüzünden kontrol edilemeyen Napa Vadisi’ndeki yangın hala devam ediyor. Şimdilik 10 kişinin hayatına ve 8 büyük şaraphanenin ve bağlarının kül olmasına sebep oldu.
Bazı yerlerde neredeyse muson iklimine dönen hava şartları, seller ve yetersiz güneş bağların mahsulünü inanılmaz bir şekilde değersiz hale getiriyor.
En iyi şaraptan değil de iyi şarapçılık bölgelerinden bahsedebilsek de hem tarihsel hem iklimsel hem de insanoğlunun değişimi ile alakalı olarak, şarap da bölgeler de değişiyor
Bu nedenle benim gibi şarap ukalalarının sözlerine çok inanmadan damak tadınıza güvenmeniz daha doğru olacaktır.
En iyi şarap en sevdiğiniz şaraptır...