Herhalde Ayşe Çelik diyelim sosyal medyada “Oraları dümdüz edelim” dese soruşturmaya filan uğramayacak, hayatına devam edecekti. Hatta belki takdir görecekti. Sonuç olarak “Çocuklar ölmesin” diyen bir insanı hapse atmayı da becermiş bir ülke olacağız artık. Az utanç değil.
2016 yılının başlarıydı. Çatışmalı süreç tüm hızıyla devam ediyor, Türkiye’nin Batı’sının uzağında Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı illerde şehir içlerine taşınan çatışmalar bölge halkına zor günler yaşatıyordu. Her gün kayıp haberleri geliyor, kentler kasabalar dümdüz ediliyor, öldürülenler kimi zaman panzerlerin arkasına bağlanarak sürükleniyor, görüntüleri sosyal medyada yayınlanıyordu. İşte bu günlerde bir kişi, Ayşe Çelik, Kanal D’deki Beyaz Show’a bağlanarak telefonda “Çocuklar ölmesin” deyiverdi. Şöyle demişti:
“Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların gözlerine nasıl bakacaklar? Ben konuşamıyorum gerçekten.. Burada yaşananlar ekranlarda, medyada her şey çok farklı aktarılıyor. Yani gerçekten konuşamıyorum. Sessiz kalmayın, insan olarak, biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün duyun artık, bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin. anneler ağlamasın. Söyleyeceklerim bu kadar çok teşekkür ederim.”
Aslında daha uzun bir konuşma ama en vurucu kısmı böyle. Bu yayından sonra Türkiye’de yer yerinden oynadı, Beyazıt Öztürk soruşturmaya uğradı, Ayşe Çelik hakkında da dava açıldı. Devlete bakılırsa Ayşe Çelik terör örgütü propagandası yapıyordu. Geçtiğimiz günlerde Ayşe Çelik hakkında verilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası onandı. Çelik cezaevine girecek. Çelik’in 8 aylık hamile olduğunu hatırlatan avukatları, infazı bir süre erteleme imkanları olduğunu ancak Ayşe Çelik’in doğumdan sonra cezaevine gireceğini söylüyorlar.
Bu manzara karşısında ne söylenebilir? Televizyona bağlanıp “Çocuklar ölmesin” diyen bir kişi hapse atılıyor. Durum bu. Peki niye böyle oluyor? Belli ki iktidar yürüttüğü savaş politikasının sorgulanmasından hoşlanmıyor. Hele bu sorgulamanın medya kanallarında yapılmasından, hiç. Son iki yıla damga vuran dehşet döngüsü sorgusuz sualsiz devam etsin istiyor. Ölümden başka bir şey konuşulmasın istiyor. Yoksa böylesi bir kararın herhangi bir açıklaması olabilir mi?
Denecektir ki hangi kararın, hangi uygulamanın bir açıklaması var. Orası öyle ama insan ister istemez şunu düşünüyor. Herhalde Ayşe Çelik diyelim sosyal medyada “Oraları dümdüz edelim” dese soruşturmaya filan uğramayacak, hayatına devam edecekti. Hatta belki takdir görecekti. Sonuç olarak “Çocuklar ölmesin” diyen bir insanı hapse atmayı da becermiş bir ülke olacağız artık. Az utanç değil.
Çocuklar ölmesin demişken. Tüm bu hikayeyi yakın geçmişimize bağlayan işler de yapılıyor bir yandan. Ceylan Önkol 12 yaşında bir çocuktu. Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Şenlik (Xiraba) köyünde 28 Eylül 2009’da koyunlarını otlattığı sırada Tapantepe Karakolu'ndan atılan havan mermisi sonucu yaşamını yitirmişti. Ceylan Önkol'un adının verildiği park, Lice Belediyesi kayyımı Sinan Başak tarafından kaldırıldı. Ceylan Önkol’un adının verildiği ve anıtının bulunduğu parka, Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 30 Ağustos 2015’te manava gittiği sırada meydana gelen bombalı saldırıda ölen 13 yaşındaki Fırat Sımpil'in adı verildi.
İki çocuktan bahsediyoruz. Tabii ki Sımpil’in ismi de yaşayacak, yaşamalı, ama bu illa Ceylan Önkol’un ismini silme pahasına mı olmalı? Ne diyor bize devlet burada? “Ölen çocuklar devlet dersinde öldülerse saymayız” mı diyor? 12 yaşındaki bir çocuğun hatırası neden rahatsız ediyor? “Bölge insanı” olması mı asıl rahatsızlık yaratan? Ya da “Çocuklar ölsün ve unutulsun” mu diyor devlet bize genel olarak, ne diyor?
Olaylar içiçe ilerliyor. Parktan isim silmek demişken. Gezi direnişi günleriydi. 28 Haziran 2013. O sıcaklığın içinde Lice’den bir haber geldi. Bölgede yapılan kalekol-karakol protestoları sırasında bir kişi askerlerin bulunduğu yerden açılan ateş sonucu vurularak ölmüştü. 19 yaşındaydı Medeni Yıldırım. Fail ya da failleri bulunmadı. Daha doğrusu bir er yargılandı ama hakkında beraat kararı verildi. Bu karar da bugünlerde eksik soruşturma gerekçesiyle bozulmuş durumda. Hatırlanacaktır, bu cinayet o günlerde Gezi ile “Bölge”yi birlikte düşünme imkanı da sunmuştu kimi çevrelere. Sonrası ayrı fasıl.
O Medeni Yıldırım için de bir park yapılmıştı. İşte Ceylan Önkol’un adını parktan silen aynı kayyım Medeni Yıldırım’ın adını da parktan sildi geçtiğimiz günlerde. Parka 15 Temmuz Şehitleri ismi verildi. Annesi Fahriye Yıldırım şöyle diyor: “15 Temmuz’un ismi gidip Medeni’yi mi buldu? Yeni park yapamıyorlar mıydı? Burada amaç parka isim vermek değil, Medeni’nin hatırasını yok etmektir”
Süreç durmuyor, peşisıra ilerliyor. Son olarak da Kürt diline yaptığı katkılarla dünya çapında tanınan Mehmed Uzun’un ismi Diyarbakır’daki parktan silindi. Söylemeye gerek yok, bu da bir kayyım marifeti.
Bütün bunları alt alta topladığımızda ortaya çıkan manzarayı tarif etmeye gerek var mı? Bir halkın kimliğini, hafızasını silmeye yönelik hamleler bunlar. O kimlik o hafıza silinmez elbette. Ama bir coğrafya bu kadar kanatılır mı?