Doksanlı yılların başında, yani benim şaraptan ziyade alkolsüz içkilerle muhatap olduğum zamanlarda, Şili şarapları adını yeni yeni duyurmaya başlamıştı. Dağlık üzümden başka bir bitkinin yetişmesinin çok zor olduğu devasa arazilerde şarap üretiyorlardı ama bunlar genelde çok harcıâlem, ‘ucuz’ şaraplardı. Demir-çelik zengini olan Şili, çağdaş paslanmaz çelik tanklara en hızlı geçiş yapan ülke olmuştu. Üretim devasa boyutlarda olsa da, bugün de devam eden algıyla, Şili dendiğinde herkesin aklına uygun fiyatlı şaraplar geliyordu.
Şilili üreticiler ucuz şarap piyasasından yavaş yavaş çıkıp iyi şarap piyasasına girmek istiyorlardı. Özellikle tüm dünyadakinden çok farklı olan Şili merlotları çok beğeni topluyor, bu ülkeden de çok iyi şaraplar çıkabileceğinin göstergesi olarak kabul ediliyordu. Merlot, Şili’de, başka yerlerde yetişen örneklerinden çok daha farklı, epey karakterli ve kendine has şaraplar veriyordu. Aslında, Şili merlotlarının bildiğimiz merlotlardan farklı olması çok normaldi. Çünkü merlot zannedilen bu üzüm, 19. yüzyılda filoksera zararlısı yüzünden neredeyse yok olduğuna inanılan Grande Vidure üzümüydü.
Bu üzüm ile Merlot arasındaki en büyük fark olgunlaşma zamanlarıydı. 1994 yılında Montpellier Üniversitesi’nden Jean-Michel Boursiquot bu gerçeği ortaya çıkardı. 1998’de ise Şili Tarım Bakanlığı bu üzümü ‘Carmenere’ olarak tanıdı. Orta-tam gövdeli, genellikle yumuşak tanenli, canlı, yeşil biber, kırmızı erik gibi kokulara sahip, zarif şaraplar veriyor. Şili’de yetiştirilen şaraplık üzümlerin neredeyse %7’si bu üzümden üretiliyor.
Gelelim bu kadar iyi şaraplar veren Grande Vidure üzümünün neden yok olmaya yüz tuttuğuna...
Eski Dünya, Amerika’nın keşfiyle beraber pek çok yeni bitkiyle tanıştı. Patates, domates, mısır, hep bu keşifler çağında hayatımız girdi. Ama Yeni Dünya’dan gelen tek şey o yeni ürünler değildi. O ürünlerin yetiştiği topraklarda yaşayan filoksera zararlısı da aynı yolu izleyerek Yeni Dünya’ya ulaştı.
Bu zararlı en çok, Avrupa’da yetişen üzümleri etkiledi. Toprak altında yaşayıp asmaların köküne zarar veren filoksera kısa süre içinde Avrupa’daki bütün bağları neredeyse yok etme noktasına getirdi.
Bu zararlı, Fransa’nın Rhone bölgesinde 1863 yılında asmalar bilinmeyen bir sebeple ölmeye başladığında kendini göstermeye başladı. O kadar hızlı yayıldı ki, 1875 yılında yılda 84,5 milyon hektolitre şarap üreten Fransa’nın 1879 yılındaki üretimi 24,5 milyon hektolitreye düştü.
Filokserayla mücadele için çeşitli yollar düşünüldü ama bunların çoğu ‘Zihni Sinir’ projelerinden ileri gidemedi. Örneğin her bir asmanın dibine canlı kurbağa gömmek gibi yollara başvuruldu ama sonuç alınamadı. İşe yarayan çözümlerse kaliteyi inanılmaz şekilde aşağıya çekiyordu. 50 gün boyunca tamamen su altında kalan kökler bu zararlıdan etkilenmiyor ama şaraplar da bir işe yaramıyordu.
İnsanlık binlerce yıldır ürettiği şarabı neredeyse kaybedecekken, J. Valentine Riley ve J. E. Plancon adlı iki bilim adamı, ‘Amerikan asma’ olarak adlandırılan, yabani asma köklerine aşılanan üzümlerin bu zararlıdan etkilenmediğini keşfettiler. Ve böylece şarap kurtuldu. Ama şarapçılık asla eskisi gibi olmayacaktı. Eskiden aldığınız bir asma dalını toprağa daldırmanız bağ kurmak için yeterliyken, artık zahmetli aşılama işlerine katlanmak zorundaydınız.
Bordeaux gibi çok tanımış şarapçılık bölgeleri kullandıkları üzümleri değiştirdiler. Cabernet Franc ile Cabernet Sauvignon üzümünün aşılanmasından ortaya çıkan yeni bir üzüm olan Cabernet Sauvignon bu sayede şarapçılık dünyasına girdi.
Grande Vidure gibi bazı üzümlerse yok olup gitti. Ama bu ve Malbec gibi bazı üzümler filokseradan önce, 1850’li yıllarda Şili’ye dikilmişlerdi. Bu eski bağlar, Şili’nin And Dağlarının sınırladığı ve kuzeyde Akatama Çölü ile güneydeki Antarktika buzullarının arasında kalması nedeniyle filokseradan hiç etkilenmediler. Santorini adasında yetişen Asirtiko üzümleri, Almanya’nın Mosel bölgesindeki bazı Riesling üzümleri ve Kapadokya gibi bazı ufak yerler de, toprak cinsleri sayesinde etkilenmedi bu hastalıktan.
Ama filoksera hâlâ yayılmaya devam ediyor. 1900’lü yıllarda Anadolu’ya geldiğinde pek çok üzümü etkiledi. Birçoğunu kayıt altına dahi alamadan pek çok üzümü kaybettiğimiz kesin. Ama son zamanlarda Heredot’un bile hakkında yazdığı, Diyarbakır’ın olağanüstü üzümü Boğazkere’nin yetiştiği bağlar da bu zararlıdan etkilenmeye başladı. Genelde eski usul yer bağları olarak hayatına devam eden Diyarbakır’daki asmaların bazıları 100 yıldan daha yaşlı, ve meyveleri hâlâ şarap üretiminde kullanılıyor.
Yaklaşmakta olan felakete karşı bir önlem ya da karantina mümkün, ancak bölgedeki şartlar göz önünde bulundurulduğunda, bu önlemlerin ne kadar hayata geçeceği ve ne kadar sonuç vereceği epey şüpheli.
Henüz bulabiliyorken Anadolu’nun bu kadim üzümünün kıymetini bilmek lazım.