LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Sonumuz hayrolsun

“Bakınca siyah bir at gördüm. Binicisinin elinde bir terazi vardı.
Dört yaratığın ortasında sanki bir sesin şöyle dediğini işittim: “Bir ölçek buğday bir dinara, üç ölçek arpa bir dinara. Ama zeytinyağına, şaraba zarar verme!” Bakınca soluk renkli bir at gördüm. Binicisinin adı Ölüm’dü. Ölüler diyarı onun ardınca geliyordu. Bunlara kılıçla, kıtlıkla, salgın hastalıkla, yeryüzünün yabanıl hayvanlarıyla ölüm saçmak için yeryüzünün dörtte biri üzerinde yetki verildi.” VAHİY 6:6-8

Şarapçılar için yılın en civcivli zamanları geldi. Bütün yıl bağlarda verilen emeklerin meyveleri bu bir-iki ay içinde alınacak. Alınacak alınmasına da, her yıl bir önceki yıldan daha acayip hallere bürünüyor. Her yıl “Bu yıl biraz erkenci” laflarını duymaya alıştık. Bir-iki hafta erken yapılan hasatlar pek göze batmıyordu ama sadece memleketimizde ya da bazı farklı yerlerde değil bütün dünyada yaşanınca insanın aklına türlü türlü sorular geliyor. Neredeyse bütün dünyadan, bir-iki haftadır ‘bağbozumu başladı’ haberleri geliyor.

Bu aslında epey garip. Slow Food organizasyonun kurucusu Carlo Petrini’yi bile şaşırtıyor. İlerlemiş yaşında “Hayatımda hiç 15 Ağustos öncesinde bağbozumunun başladığını görmemiştim’’ diye beyanat vermiş.

Gerçekten de, havalar iyiden iyiye çığırından çıkmış durumda. Bir hafta Ergenekon Caddesi’nde yüzme imkânı sunan hava, ertesi hafta yüzde 80’e yaklaşan nemle hepimizi amfibi ortama hazırlıyor gibi. Artık her yıl ortaya çıkan bu muson iklimi yakında yeni ekmek kapıları da çıkarır mutlaka. Her yağmurda ortaya çıkan şemsiyecileri ellerinde bot, can yeleğiyle görürsek şaşırmamak lazım.

Bizi önce suyla, doluyla sonra boğucu sıcakla vuran havaları biraz zaman geçince unutup gidiyoruz – arabamızda minik göçükler, evimizde kırık camlar bırakmadıysa arkasında...

Oysa bu acayip havalar hayatımızı derinden etkiliyor. Yediğimiz içtiğimiz şeylerden başlayarak hem de... İçtiğimiz şarabın kalitesini gösteren en önemli unsurlardan biri, yıl boyunca hava şartlarının bağdaki üzüm üzerindeki etkisini anlatan ‘rekolte’. Şarabın tek hammaddesi olan üzümün kalitesini o yılın hava koşulları belirliyor. O nedenle şarap şişelerinin üzerinde üzümün toplandığı tarih yazılıyor ve aynı üreticinin farklı rekolteli şarapları çok farklı fiyatlara alıcı bulabiliyor.

Unutmamak gereken, şarabın lezzetinden çok daha önemli bir unsur daha var: Değişen iklim koşulları her yıl tarımsal ürünleri daha fazla etkiliyor.

Ama biz sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmaya, bütün derelere barajlar kurmaya, şehirlerimizi deli gibi büyütmeye, küresel iklim değişikliği sanki hayatımızı hiç etkilemeyecekmiş gibi yaşamaya devam ediyoruz.

Küresel iklim değişikliği, bu acayip havalar sadece yiyip içtiklerimizin tadını, şarabın fiyatını falan etkileyen, lüks ihtiyaçları vuran bir şey değil.

Suriye’de en kadim uygarlıklardan birini, Ortadoğu’nun belki de en güzel şehirlerini yok eden ve anlatılması zor insanlık dramları yaratan savaşın esas tetikleyicisinin, savaş öncesi yıllarda yaşanan kuraklık olduğu artık çok iyi biliniyor.

Açık Radyo’da her gün bu felakete karşı bizi uyaran, bazen Açık Gazete’yi dinlerken fenalık geçirmeme neden olan, yıllardır acayip havaları takip eden Ömer Madra iki yıl önce verdiği bir mülakatta çok korkunç bir manzarayı gözlerimizin önüne seriyordu:

“Ruskin Üniversitesi’nin yaptığı bu çalışmada kıtlık çıkacağı ve milyonların, hatta milyarların aç kalacağı söyleniyor. Üstelik bunun 30 yıl içerisinde olacağı ortaya koyuluyor. Yani 2045’te. Torunum 2000 doğumlu ve dünyanın çöküşünü gördüğü zaman 45 yaşında olacak. Tabii ben bunları anlatınca ‘Anlatma artık’ diyor ama kaçış çok kolay değil. İklim değişikliği hayatın her noktasını etkiliyor. Savaşı da, barışı da, sporu da, turizmi de... Sular altında kalıyor bazı turizm alanları. Mesela futbol. Dünya kupalarının tarihleri tartışılıyor. Kayak merkezlerinin işi bitti. Suni kar yapıyorlar. Mazotla kar üretiliyor. O da ısınmaya neden oluyor. Bu ahmaklıkla gidilirse bütün sınırların çok kısa sürede aşılacağı ortada.” (Cumhuriyet, 16 Ağustos 2015) 

Ne diyelim, sonumuz hayrolsun...