Sosyal medyada neredeyse her kahvaltı fotoğrafının altında görmekten insana gına gelen bir şiirinde, Cemal Süreya “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi” olduğunu söylüyor. Benim için bunda itiraz edilecek bir şey yok ama Nadin için herhalde mutlulukla beraber anılacak tek bir yiyecek var hayatta, o da dondurma.
Gazozla beraber, çocukluğun resmî gıdası olabilir dondurma. Edip Cansever otobiyografisinde ikisinden bahseder: ‘’Ah o meyvalı gazoz kokuları! Kokusu hâlâ burnumda. Bir de kapıcı İsmail efendinin süslü dondurma arabası.’’
Belki her yendiğinde kendini çocuk gibi hissettiğimizden bu kadar seviyoruzdur dondurmayı, kim bilir...
Dondurmanın Çinliler tarafından çok eskilerden beri bilindiğine inanılıyor. İmparator T’ang döneminde (649-697) süt, un ve kâfurdan yapılan donmuş bir yiyeceğin olduğuna dair kanıtlar var. Marco Polo’nun anıları her ne kadar bizim Evliya Çelebi’nin anlatılarına benzese de, tıpkı Evliya Çelebi gibi ona da inanmamız gereken pek çok yer var. Marco Polo, anılarında yazdığına göre, 12O0’lü yılların sonunda dondurma yapım tekniklerini Çin’den Avrupa’ya taşımıştır.
Ama dondurmanın Avrupa’ya yayılmasını sağlayan kişi 1630’da I. Charles’la evlenen Caterina de Medici’nin torunu Henrietta Maria olmuştur. Bu hanımefendi Gerrard Tissain ve De Mireo isimli aşçıları sayesinde dondurmayı İngiliz asillerine tanıtmış.
Daha sonra Tissain, dondurmanın formülünü Paris’teki Cafe Neopolitian’a satmış. Sicilya göçmeni Procopio Coltelli’nin, 1660’ta Paris’te, Comédie-Française tiyatrosunun karşısında ilk kafe-dondurma satış yeri olan meşhur ‘Cafe Procop’u açmasıyla dondurma artık tanınan, bilinen bir yiyeceğe dönüşmüş. Fransa Kralı XIV. Louis ise, verdiği bir davetle Fransız asillerin dondurmayı tanımasını sağlamış ve Procopio’yu ödüllendirmiş.
Dondurmanın en lezzetli tarafı olan külah ise dondurmadan çok sonra, ilk kez, 1876 yılında New York’ta, İtalyan asıllı Italo Marchioni tarafından üretilmiş.
Çok popüler olan bu gıda maddesi o zamanlar pastörize edilmeyen sütten üretildiği için bazı felaketleri de beraberinde getirmiş. Çünkü süt sadece insanları beslemekle kalmıyor; mikroorganizmalar için de eşsiz bir besin kaynağı. 1860’larda Louis Pasteur ‘pastörize etme’ yöntemini buluncaya kadar dondurmadan çok kişi ölmüş. Örneğin 1848’de Norveç’te çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olan ‘vanilyalı dondurma zehirlenmesi’ni tarihler yazıyor. Difteri, tifo, kızıl ve bağırsak enfeksiyonları da dondurma aracılığıyla salgınlara dönüşmekteydi.
1920’lı yıllarda mikropların sıfırın altında derecelerde yaşayabildiği kanıtlandıktan sonra, pastörize sütten dondurma yapılmasının kural halini almasıyla bu tür kötü sürprizler son bulmuş.
Dünyada pek çok büyük sermaye dondurma işine girerken ülkemizde ilk büyük tesis 1957 yılında Atatürk Orman Çiftliği’nde kurulmuş. Hâlâ denemeye değer lezzette dondurmalar üretiyor.
Benim dondurmama gelince, keçi sütünden yapılma ve neredeyse bıçakla kesilerek yenen Maraş dondurması birinci sırada olmakla beraber, adalarda hâlâ arabayla satılan, buz parçalı, sorbet kıvamında, gül şeklinde sokak dondurması...