YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Hak savunucuları, Suruç, Nuriye ile Semih

Büyükada’da deneyimlerini paylaşmak ve dijital güvenlik konusunda neler yapılabileceğini konuşmak üzere toplanan hak savunucularından altı kişi tutuklandı. Dört hak savunucusu ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Tutuklanan hak savunucuları Özlem Dalkıran (Yurttaşlık Derneği), İdil Eser (Uluslararası Af Örgütü), Günal Kurşun (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Veli Acu (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Ali Garawi ve Peter Steudtner; adli kontrol şartıyla serbest bırakılanlar ise Nalan Erkem (Yurttaşlık Derneği), İlknur Üstün (Kadın Koalisyonu), Nejat Taştan (Eşit Haklar İzleme Derneği) ve Şeyhmus Özbekli (Hak İnisiyatifi). 

Hak savunucuları, gözaltına alınmalarının yaklaşık olarak 10. gününde Adliye’ye sevkedildiler. Bu 10 gün boyunca hak örgütleri, insan haklarından ve demokrasiden yana olanlar bu soruşturmanın bir karalama ve hak örgütleri üzerinde baskı yaratma operasyonu olduğunu her fırsatta dile getirdilerse de sesleri büyük medyada pek yer bulmadı. İktidar yanlısı medyada ise bu hak savunucuları hakkında çok utanılası bir karalama kampanyası yürütüldü. Bu karalama kampanyasını yürütenlerin başında, AKP Erzurum milletvekili Orhan Deligöz geliyordu. Deligöz TBMM’de gizli kalması gereken oylamalarda attığı oyu kameralara göstermesiyle tanınıyor. Sonra bir de baktık ki, Deligöz’ün kardeşi bir FETÖ soruşturmasında tutuklanmış, sonra da bırakılmış. İşte bu milletvekili, hak savunucularının CIA ve MI6 operasyonu çerçevesinde buluştuğunu bile iddia etti, iktidara yakın bir gazete de (gazete mi demek lazım, artık bilmiyorum) tuttu bunu manşet yaptı. Bir zamanlar Gülen Cemaati’yle bir şekilde ilişkisi olanlar artık o günlerin diyetini ödemek için midir nedir, böyle akla hayale sığmayacak laflar edip göze girmeye çalışıyorlar.

Gün boyu Adliye’de olup bitenleri izlemeye çalıştık. Önce hak savunucularının savcılık sorgusu yapıldı. Sorgudan çıkan avukatların neredeyse tamamı savcıların önemli bir şey sormadıklarını, hatta kendilerinin izahatta bulunmak durumunda kaldıklarını söylüyorlardı. Kimi avukatlara göre bu durum soruşturma dosyasının boş olmasının en önemli göstergelerinden biriydi. Öyle ya, Büyükada’da hiç de gizli olmayan, dışarıdan çevirmen bile getirilen bir toplantıyla ilgili ne tür sorular sorulabilirdi?

Gece saatlerinde, savcılık, tüm hak savunucularını tutuklama talebiyle mahkemeye sevketti. Sevk yazısında şunu gördük: Hak savunucularının çoğu, mesela Özlem Dalkıran, daha önce tutuklanıp tahliye edilmiş olan İştar Gözaydın’la telefonda konuşmakla; açlık grevi yaptıkları için tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için kampanya yapmakla (savcılık bu iki ismin terör örgütü üyesi olduğuna emin, oysa bu konuda hiçbir mahkeme kararı yok); referandum zamanı ‘hayır’ meclisleri için çalışmakla suçlanıyor. Hepimiz biliyoruz ki bunlar suç değil. Burada daha da ilginç olan, savcılık aşamasında bunların hak savunucularına sorulmamış olması. Sorulsa hepsinin makul bir izahı var çünkü. Ama belli ki makul bir izaha gerek duyan yok. Toplantıyla ilgili soru soran da yok.

Bu durumda zaten emin olduğumuz bir şey artık iyice açığa çıkmış oluyor; devlet bu hak savunucularını içeri atmak istemiş, sonra da kurt ile kuzu hikâyesinde olduğu gibi “Suyu bulandırdın” demiş. Yani böylesi bir soruşturmada gözaltına aldığınız kişilere hakkındaki suçlamaları neden sormazsınız? Soruşturmanın gizliliği, işin belli ki kılıfı. Devlet burada vatandaşlarına bir tür tuzak kurmuş olmuyor mu?

Nöbetçi hâkimliğin verdiği tutuklama kararının gerekçesi ise şöyle: “Şüpheliler İdil Eser, Veli Acu, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran, Peter Steudtner ve Ali Gharavi’nin üzerine atılı ‘Silahlı Terör Örgütüne Yardım Etme’ suçundan tutuklanmaları talep edilmekle; tüm dosya kapsamından, gizli tanık ifadesi, yazışma içerikleri, HTS kayıtları, teşhis tutanakları nazara alınarak şüphelilerin üzerine atılı suçu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu...”

Peki hangi örgüt bu? O bile belli değil. Hukuki açıdan böylesi bir açıklanamaz durumla karşı karşıyayız. Biliyorum, artık iktidarın herhangi bir hukuksuzluğu açıklamak gibi bir mükellefiyeti yok ama kayda geçsin işte bütün bunlar.

İnsan, tabii, düşünmeye devam ediyor. Niye tutukladılar bu hak savunucularını? Belki de tam da 20 Temmuz’da ikinci yılını geride bıraktığımız Suruç Katliamı için bir şeyler söyleyeceklerdi, iki yıldır mahkûm olan tek bir kişinin olmamasına dikkat çekeceklerdi.

Ya da belki artık sağlık durumları iyice kötüleşen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için ses çıkarmaya devam edeceklerdi. Kim bilir, belki de tutuklu bulunan Nuriye Gülmen’in 10 Ekim Ankara Katliamı sanığıyla aynı koridorda tutulmasına ve sürekli katliamı hatırlamak zorunda bırakılmasına itiraz edeceklerdi. Kim bilir...

Bu ‘Büyükada Operasyonu’ açık biçimde gösteriyor ki dikensiz bir gül bahçesi yaratılmak isteniyor. 12 Eylül döneminde de böyle dikensiz bahçeler yaratılmak istenmişti. Hak savunucuları için karalama kampanyaları düzenlenmişti. Şunu hatırlatalım: İnsan hakları ve demokrasi tarihi, başkalarının hakkı için mücadele edenleri hatırlıyor daima. Karalama kampanyaları yürütenlerin yeri başka bir liste oluyor.