Şarap içmeye yeni başlayanlar genelde kırmızıya meftun olurlar. Artık renginden mi, yoğunluğundan mı, yoksa şarap denince akla yakut tonlu renklerin gelmesinden mi bilinmez, yeni başlayanlar için şarap dediğin şey kırmızıdır.
Beyaz için ancak zorda kalındığında ya da âdet yerini bulsun diye içilir. Roze zaten onları için şaraptan sayılmaz; “Tatlı şarap mı? Aman Allah korusu”ndur.
Ama şarap içmede biraz kilometre yaptınız mı, hele şaraba biraz da merakla yaklaştınız mı, bu kırmızı hegemonyası fazla sürmez.
Zarafeti, canlılığı ve insanı mutlu etme yetisiyle beyaz şarap yavaş yavaş şarap seveni etkilemeye başlar. Genelde ilk geçiş biraz fıçılı, gövdeli şaraplarla olsa da, zamanla önce beyaz şarap, sonra da tatlılar sevilmeye başlar.
Ben fanatik bir beyaz şarap severim. İyi bir Riesling’in (Fransa’nın Alsace bölgesinde ve Almanya’da yetişen, ‘çivi gibi’ asitli ama bir o kadar da aromatik şaraplar veren üzüm) dünyanın en iyi şaraplarından biri olabileceğine inananlardanım. Ve böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil.
Riesling, Chardonnay, Sauvignon Blanc ve ülkemizde Narince, Emir, bilinen ve çok sevilen üzümler ama hakkı yenen müthiş beyaz üzümler var ülkemizde de, dünyada da. Üstelik bu üzümler genelde denize yakın yerlerde ya da adalarda yetişiyorlar.
Bu üzümlerin başında misket geliyor. Bizim ‘Bornova Misketi’ dediğimiz, tam adı ‘muscat blanc a petits grains’ olan bu müthiş kokulu üzüm tatlı şaraplarıyla epey bilinse de, sek örnekleri de benim için her zaman ilgi çekici olmuştur. Şişesi açıldığında sanki parfüm şişesi kokluyormuşsunuz hissi veren, bergamot, kayısı, gül, hatta hanımeli gibi çiçek kokulu bir üzümdür. Yanına bir şey istemez. Serin bir gölge ve deniz manzarası yeter...
Egeli üzümler özel bir ilgiyi hak ediyorlar. En iyi misket örnekleri Kuşadası’nın hemen karşısındaki Samos adasında yetişiyor. Bu şarapları yapanların bazıları Urla’dan oraya göçenler elbette.
Ege’nin en efsunlu adası olan Santorini de müthiş bir yerel üzüme sahip: ‘Asirtiko’. Santorini’ye adaların en efsunlusu diyorum, çünkü doğa üstü konularla ilgilenenler, Antik Çağ ve öncesinde çağdaşlarının çok ilerisinde bir teknolojiye sahip olmasından ötürü, bu adanın deprem ya da volkanik hareketler nedeniyle batan efsanevi Atlantis’in bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. Tarihini ya da bu efsanenin doğruluğunu bilmiyorum ama adanın volkanik toprağında çalı bağ şeklinde yetiştirilen Asirtiko üzümlerinden, doğal fermantasyon yoluyla müthiş şaraplar üretiliyor. Bu üzüm, çok canlı, asitli, ferahlatıcı bir aside sahip. Ben kızartmalara çok yakıştırıyorum. Şöyle güzel bir patlıcan-biber kızartmasının üzerine rende sarımsaklı domates sosu dökün. Yanında bir de iyi bir Asirtiko şarabı olsun, başka bir şey istemez.
Akdeniz’in en büyük adalarından Sardinya da şarapçılığın çok iyi olduğu yerlerden. Bunda, MÖ 250 yılında Toskana’dan gelip adaya yerleşenlerin payı büyük. Adada yetişen en önemli üzüm, Fransa’da Rolle adıyla bilinen Vermentino üzümü. Ardıç benzeri otsu kokulara da sahip, canlı, çok rahat içimli şaraplar veren, iyice soğumuş bir Vermentino’nun yanında kızarmış gümüş ya da kıraça gibi küçük balıklar şahane olur. Bir de usulüyle yapılmış, bol soğanlı, kaparili bir horiatiki (Yunan salatası) varsa o balığın yanında, içtiğiniz şarabı unutacağınızı sanmam.
Bizim adalarımız arasında da üzümüyle ünlü olanlar var. Roma döneminde, Tenedos yani Bozcaada şarabı epey meşhurmuş. Hatta İlyada destanında bile Tenedos şarabından bahsedilir. Bozcaada’nın, herkesin sadece yemeklik olarak düşündüğü üzümü Çavuş’tan hoş şaraplar üretiliyor. Ama adanın yerel üzümü Vasilaki de lezzetli, canlı şaraplar veriyor.
Avşa adasında yetişen ve –adından da anlaşılacağı gibi– kırmızı bir üzüm olan Ada Karası’ndan çok iyi roze şaraplar üretiliyor.
En güzel beyaz şarapların adalardan çıkması bir tesadüf mü bilinmez ama adalardaki şaraplardan bahsederken akla hep beyaz şaraplık üzümler geliyor. Pek çok ada şaraplarıyla ünlü ama İstanbul’un adaları için bu geçerli değil maalesef. İstanbul’un adalarının bilinen üzümleri, bağları yok. Ama eskiden bu adalarda da şarap varmış. Büyükada’da hâlâ ‘Viranbağ’ olarak bilinen bir yer var. Heybeliada’da şimdi caminin olduğu bölgenin eski adı ‘Anbela’; burası da eskiden bağlık bir alanmış. Kınalıada çarşı yakındaki bir sokağın adı ‘Kınalı Bağı’...
Belki de bu beyaz şaraplar adalarla aynı kaderi paylaşıyor. Tanışmadan önce uzak, zor görünen adalar nasıl sonradan bir tutkuya dönüşüyorsa, adaların özel üzümleri de tanıştıktan sonra bağımlılık yaratıyor.
Umarım değeri az bilinen bu üzümleri dener ve beğenirsiniz.
Afiyet olsun...