LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Zeytinime dokunma!

“Herkese aitim ama kimseye ait değilim.
Sen gelmeden önce de buradaydım,
sen gittikten sonra da burada olacağım”

 Zeytin ağacının ağzından, Homeros

Meşhur Tufan söylencesine göre, Nuh Peygamber aylarca su üzerinde bomboş denizde dolandığında bir rotası yoktu. Bütün dünya bir deniz haline gelmişti. Varacak bir menzil, gidilecek bir yön bilmiyordu. Bir yerlerde sular çekildi mi acaba diye merak içindeydi. Aklına bunu öğrenmek için bir yol geldi. Gemide ki güvercinlerden birini salacaktı. Eğer güvercin kendine konacak bir yer bulursa geri dönmeyecekti ve böylece Nuh, suların çekildiğini anlayacaktı. Güvercini gemiden saldı. Güvercin kısa bir zaman sonra geri döndü. Bu dönüşün tek bir anlamı olabilirdi: Her yer hâlâ su altında. Yedi gün sonra güvercini tekrar gönderdi; güvercin bu sefer gagasında bir zeytin dalıyla döndü gemiye. Bir yerlerde suların çekilmiş olduğu anlamına geldiğini düşündü Nuh bu görüntünün. Ama binlerce yıl sonra, bu görüntüye bambaşka bir anlam daha yüklendi...

Güvercinin gagasında zeytin dalıyla görülmesi aynı zamanda Tanrı’nın insanoğluna olan öfkesinin dindiği anlamına gelir. Yani Tanrı ile insanoğlu barışmıştır. O yüzden, zeytin dalı taşıyan güvercin barışın sembolü olmuştur.. 

Belki de Tufan’a bile dayandığı için ‘ölmez ağacı’ denmiştir zeytin ağacına. Anadolu’da, tüm Akdeniz havzasında birer heykel kadar güzel anıtsal ağaçlar mevcut. Kudüs’te İsa Mesih’in yakalandığı ve yakalanmadan önceki gecesini geçirdiği Getsamani bahçesindeki zeytin ağaçları 2000 yıldan uzun bir süredir ayaktalar. 

Ama nedendir bilinmez (belki de çok fazla malum olan sebeplerle), yine zeytinlerimize, ölmez ağaçlarımıza el uzatıyorlar.  

Oysa tüm toplumlar bazı bitkilere kutsiyet atfetmiştir. Üzüm, incir bunlardandır. Hurma da. Ve tabii ki zeytin de. Ramazan ayında orucu açmak için bile tercih edilir. İbadetin bir parçası sayılabilir. Şimdi kendini en imanlılar olarak tanımlayanlar, kendilerince yılın en kutsal zamanlarında yine bu kutsal ağaçlara el uzatıyorlar. 1939 yılında çıkarılmış bir kanuna yedinci defa müdahale etmeye çalışıyorlar.  

Biraz daha fazla para, biraz daha güç ve daha sağlam bir iktidar için çırpınıyorlar. O kadar çırpınıyorlar ki, kendi kutsallarına sövüyorlar. 

Bugüne kadar zeytinlikleri koruyan en önemli dayanak, 3573 sayılı, zeytinliklerin üç kilometre yakınına zeytinyağı imalathanesi dışında herhangi bir tesisin yapımını engelleyen kanun maddesiydi. 2006 yılından beri sürekli olarak torba yasalara sokulan maddelerle, bu kanun değiştirilmeye çalışılıyor. Bundan önceki torba yasadaki maden yasasına dahil edilen ve 25 dönümden küçük arazilerin zeytinlik olarak anılmamasını öngören düzenleme, zeytinciliği öldürecek nitelikteydi. Çünkü memleketteki zeytinliklerin ortalama büyüklüğü 10 dönüm. Bu, pek çok zeytinliğin maden ya da diğer enerji yatırımları için kullanılabileceği anlamına geliyordu. Şimdiden maden işletme ruhsatı almış olan pek çok girişimci, bu yasanın çıkmasını bekliyordu ki, binlerce yıldır yaşayan ağaçları söküp, yerlerine, haritada delik gibi görünecek madenler yapabilsinler.

O torba yasadan son anda geri adım atılmıştı.

Ama şimdi daha vahşi bir şekilde yine torba yasada değişiklik isteniyor. Yeni tasarıda bir dekar arazide 15 ağacın altında ağacınız varsa orasının zeytinlik alan olmadığına hükmediyor ki, bu da orada istediğiniz ağacı kesip yatırım yapabileceğiniz anlamına geliyor.  

Avrupa’da bir dekara 2,5 ağaç düşüyor. Türkiye’de ise yaklaşık 100 milyon zeytin ağacı dekarda 10 adetten daha az zeytinlikte yetiştiriliyor. Yani bu yasa geçerse o 100 milyon ağaç büyük ihtimalle maden yapılmak üzere kesilecek. 

Ayrıca, yeni yasa onanırsa, zeytin ağacı kesmenin cezası hapisten para cezasına çevrilmiş olacak. Yani neyse parası ver, dönümde 15 ağacın altına inecek kadar kes ağaçları, sonrası zaten ananın ak sütü gibi helal...

Zaten yeni yapılan İstanbul-İzmir otoyolu inşaatı için bir milyona yakın zeytin ağacının kesildiği söyleniyor.

Bu açgözlülüğe, vahşiliğe bir dur dememiz lazım. Sadece kendimiz için değil çocuklarımız için.

Binlerce yıldır bu coğrafyanın en kıymetli ağacını, ‘ölmez ağacını’ korumak bu topraklara olan sadakatimizin göstergesi olmalı. Toprağın üstünde ya da altında olan her şeyi tüketmek için şehvetle bakanlardan bir farkımız olmalı.