BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Türk dış politikasını nasıl bilirdiniz?

Başlıktaki soruya cevap olarak, saf tutmuş cemaat tarafından topluca üç kez tekrarlanacak cevabı zaten ilan etmiş idi İbrahim Kalın: “Değerli Yalnızlık”. 

Şimdi buna iki tane daha eklendi: “Ahlakî Realizm” ve “Girişimci ve İnsani Dış Politika”. Birincisinin ne anlama geldiğini pek anlamayınca etrafa sordum, galiba ‘Davutoğlu'nun Suriye vb. konularda insanî ve doğru olanı ön plana çıkardığı, şimdi de bunun gelişmelere uygun olarak realist bir zemine taşındığı’ demekmiş. İkincisi ise, T.C. Dışişleri Bakanlığı mfa.gov.tr resmî sitesindeki bir yazının başlığı. Yaş ilerledi, onu da pek anlayamadım, siz okuyup çözersiniz.   

***

AKP dış politikasına atfedilen bu güzel nitelikleri değerlendirebilmek için önce Türk dış politikasının yerleşmiş çizgilerine göz atalım, sonra bunları şimdiki durumlarla karşılaştırıp AKP’yi değerlendiririz:

1) Batıcılık. Çok eski ve köklü; 1839 Tanzimat’tan filan değil, 1718’de başlayan Lale Devri’nden bu yana. Batılı ülkeler ailesi içinde yer almak ve Batı uygarlığının değerlerini benimsemek anlamına geliyor.

Bu benimsemenin birbirine yapışık iki tane pratik ve mantıki sonucu var: a) Batılı değerlerin kristalleştiği hukuk ve demokrasi yönünde (düşe-kalka da olsa) sürekli ilerlemek; b) Ülkenin yer aldığı coğrafi bölge Ortadoğu’ya ve onun değerlerine uzak durmak.

2) Dengecilik. Bir “Stratejik Orta Boy Devlet” olarak Türkiye bu çizgiyi hep şöyle uygulayageldi: a) Kendi bölgesinde herhangi bir devletin tek başına egemen olmasını karşıt ağırlıklar bularak engellemek; b) Süper devletle açıkça zıtlaşmamak; c) Süper devletin onayı olmadan ve bir tür meşruiyet sağlamadan zorlama hareketlerine girişmemek.

3) Dışişleri Bakanlığı’nın çok özel rolü. Dış politikayı hükümete alternatifler biçiminde hazırlayan, seçilen alternatifi uygulayan, uygulamadaki sorunları önleyen, önleyemediklerini yumuşatan fevkalade özel ve tecrübeli bir bakanlık. En başta gelen işlevi de Türk politikacıların ve devlet adamlarının aşırılıklarını örtmek, daktilo döneminde kullandığımız Dak-Sil gibi çalışarak potları kapatmak veya hafifletmek oldu.

***

Şimdi gelelim AKP dönemindeki durumlara.

1) İçte Batılı hukuk ve demokrasi diye kavram bile kalmadı ve bu felaket artarak büyüyor, daha da büyüyecek.

Özetlemesi bile felaket. Büyük çoğunluğu darbeyle hiç ilgisiz 113.260 memurun “Allah’ın bir lütfu” sayesinde sorgusuz-sualsiz-savunmasız görevden alınması ve yaklaşık yarısının tutuklanması. Tutuklamayan yargıçlara tenzil-i rütbe, sürgün, hatta tutuklama. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi ağız-burun yamultan işkenceler. Atılanların emekli ikramiyelerine el konması. KHK’yle kayyıma devredilen holding mallarının üçüncü kişilere haraç mezat satılması. 5.295 akademisyenin sorgusuz-sualsiz kovulması. Bir savcının kamyon tarafından ezildiğini internette 52 saniye süreyle “Savcıyı kamyon biçti” diye veren Cumhuriyet.com.tr genel yayın yönetmeninin “terör örgütü propagandası yapmak”la suçlanıp 150 kadar gazetecinin yanına atılması. Siz tamamlayın.

Tabii ki, Batılı değerlerin yerine, “yerli ve milli” eğitimde evrim kavramının çıkarılıp atılması türünden “Ortadoğu değerleri”nin benimsenmesi.  

***

2) Dışta, bölgeyle ilgili olan bütün devletlerle kavgalıyız: Aynı anda ABD’yle, Rusya’yla, İran’la, özellikle de hukuk ve demokrasi deyip durdukları için B. Avrupa ülkeleriyle.  

Ve tabii, IŞİD’le mücadele bahanesiyle ordu sokup cumhurbaşkanını düşürmeye ve Kürtlerini bombalamaya giriştiğimiz Suriye’yle ve zorla üs kurduğumuz Irak’la.

Bütün bunlar süper devlet ABD ve Rusya’yla açıkça zıtlaşarak. Hiçbir meşruiyet aramaksızın.  

Unutmadan: Bölgeyle ilgili olanlar yetmiyor, olmayanlarla da kavgalıyız: Bulgaristan, ülkesindeki seçimlere müdahale edildiği gerekçesiyle Ankara’daki büyükelçisini geri çekti. İsviçre, MİT’in Türkleri rahat bırakmasını istedi çünkü Diyanet’in bazı imamları çok sayıda ülkede Türkiyelilerle ilgili casusluk yaparken yakalandı ve yargılanmamak için anavatana kaçmış durumda.

Kavga yetmiyor, tehdit de ediyoruz. Başdanışman ordusundan İ. Çevik: “Türkiye bunları Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘bir gece ansızın vurur’ ve bundan ABD askerî unsurları da zarar görebilir”. Şarkının sözleri Ümit Yaşar’ın. Şu sözlerse Putin’in: “Suriyeli Kürtlerle çalışmayı sürdüreceğiz”.

İncirlik’teki askerlerini ziyaret edemeyen Almanya Ürdün’deki üsse taşınacaklarını açıklıyor, dışişleri bakanları “Şantaj kabul edilemez” diyor. Almanya Türkiye’ye tank satışını yasaklamış durumda. Bu arada, Kürtleri engellemek için yedi aydır büyük gürültüyle sürdürülen Fırat Kalkanı “başarıyla sonuçlan”dığı için ansızın ve 71 şehitle sonlandırılıyor.

Erdoğan ABD yolunda iken Beyaz Saray PYD’li Kürtlere “ağır silahlar” vereceğini açıklıyor. Pentagon ekliyor: “Bunları geri toplamayacağız”. Bu sırada Kongre’deki her iki partiden Trump’a tek kelimeyle vahim bir mektup gidiyor: “Dikkat et, mahkemeleri kullanarak ifade özgürlüğünü boğdular”. Bu yüzden aşağılama da çok vahim: Dış İlişkiler Konseyi Başkanı R. Haass, "Erdoğan ziyaretini iptal ederse büyük bir kayıp olmaz" diyor.

Nitekim “zirve” 20 dakika sürüyor. Yani çeviri yapıldığı için 10 dakika. Ne gam; önemli olan iç tribünler görsün diye Beyaz Saray’da “resim çekilmek”. (Çeviride yaşanan “skandal” ve korumaların aynen Şubat 2016’da Ekvador’da olduğu gibi ağız-burun dağıtmaları, ayrı bir yazıda ele alınmayı gerektirecek kadar önemli).

***

Devletler bi yana, bütün uluslararası örgütlerle kavgalıyız.

NATO Gn. Sekr. Stoltenberg gözaltı ve görevden uzaklaştırmalara gönderme yaparak, Türkiye'yi "hukukun üstünlüğüne uymaya" çağırıyor.  

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri El Hüseyin çok zarif bir dil kullanıyor: “Görevden uzaklaştırma ve ihraç vakalarının hepsinin hukuki standartlara uyduğunu söylemek çok zor.”

Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin AB rüyasının şimdilik sona erdiğini açıklıyor. Avrupa Konseyi PM Türkiye’yi yeniden siyasi denetime alıyor, Çavuşoğlu “Pişman olacaklar” diyor. AGİT heyeti referandum hakkında çok olumsuz bir rapor yazıyor, Erdoğan cevap veriyor: “Haddinizi bilin, o raporu külahımıza anlatın! Artık sür eşeğini Niğde'ye!”

AİHM’ye Türkiye’den yapılan başvurular 2015’te 8.450 iken 2016’da 12.600’e çıkıyor ve Türkiye, aleyhine en çok ihlal kararı verilen ikinci ülke unvanını kazanıyor.   

Venedik Komisyonu Türkiye’de yargı bağımsızlığına açıkça müdahale edildiğini, Tek Adam rejimini engelleyecek mekanizmaların bulunmadığını ilan ediyor. Uluslararası Yargıçlar Birliği, bu raporu görünce “dehşete düştük”lerini ifade ediyor.

Fransa’nın ünlü resmî araştırma kurumu CNRS, TÜBİTAK’la ilişkileri donduruyor. Spor eksik kalmasın: UEFA, tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonasını düzenleyecek ülkelerde “insan haklarına saygı kriteri” aranacağını açıklıyor.  

Osmanlı dönemi dahil, Türkiye hiç bu kadar dışlanmadı. “Sıfır Sorun” filan derken her açıdan “Sırf Sorun” olduk. Çevremizdeki 6 ülkede büyükelçimiz bile yok.

***

3) Gelelim T.C. Dışişleri’nin çok özel rolü konusuna. Özetle: Bitti. Artık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Diyanet filan var. Artık Dışişleri sadece Tek Adam’ın talimatlarını dışarıda uygulama bakanlığı; dış politika kurgulama bitti. Onun yerine, politikacıların terini kuruluyor: Artık Dak-Sil değil Ter-Sil rolünde.

Bırakın Batıcılığı ve Dengeciliği, bırakın Dışişleri Bakanlığı’nı, artık Türk dış politikası kalmadı efendim. Tek Adam’ın dediğine hınk diyen iç politikanın silik fotokopisinden ibaret artık. Yerini Kalın’lı, Akar’lı, Fidan’lı “Değerli Yalnızlık”a, “Ahlaki Realizm”e, “Girişimci ve İnsani Dış Politika”ya bıraktı...  

***

Sizi bilmem, yazarken benim içim karardı. Ama hayat böyle çekilmez. Yeni bir fıkra duydum, çok matrak, onunla bitirelim de neşemizi bulalım.

Uzun zaman birbirini görmemiş iki yakın arkadaş buluşmuşlar, hal hatır soruyorlar, biri demiş ki, “Benim kız çok kabiliyetli çıktı. Patronu çok takdir ediyor. Hep yurtdışı seyahatlere götürüyor, durmadan hediyeler alıyor. Bir yıl içinde maaşını da üç misline çıkardı. Senin kız ne alemde?”

Öteki boynunu bükmüş: “Valla”, demiş, “benimki de öyle oldu ama ben senin kadar güzel anlatamam.”