YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Kurşun eritmeye çağırıyorlar

Yaklaşık iki aydır süren bir açlık grevi artık çok kritik bir safhaya girdi. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 60 günü aşkın bir süredir Ankara’da yürüttükleri açlık grevinden bahsediyorum. KHK ile işten atılan bir akademisyen ve öğretmen, Nuriye Gülmen ile Semih Özakça Yüksel Caddesi’nde kamuya açık bir alanda başlattılar açlık grevlerini. Talepleri basit: İşlerine dönmek. KHK ile işlerinden edilen binlerce insan içinde iki ses onlarınki. Ve bu sesler bizi ister istemez açlık grevi gerçeğiyle yüzleşmeye de itiyor. 

Şu mesele her zaman zihnimizi meşgul eder: Açlık grevi yapan ve ölümü göze alan birine ne demek gerekir? Elbette, sonu ölüm olabilecek bir eylem için kimseyi yüreklendiremeyiz. Ancak bir yandan da bizim yaşadığımız bu tereddüt, esasen bizim meselemizdir. Çünkü karşımızda bedenini kullanmaktan başka çaresi kalmamış bir insan ya da insanlar durmaktadır. Belli ki sesini başka türlü duyurma imkânı kalmamıştır. Denemiştir ama toplum ona sırtını dönmüş ya da onu yeterli derecede dinlememiştir. Yani çok genel itibariyle devlet ve toplum onu duymamıştır.

Bu durumda eğer bir insan ya da insanlar kendi özgür iradeleriyle ölümü de göze alacak biçimde açlık grevine başlamışlarsa, yapılacak tek iş onların seslerini duyurmaya yardımcı olmak ve ölmelerine engel olmaktır. Yani bu ikisini bir arada yürütebilmemiz gerekir. Çünkü açlık grevi tam da bu yüzden başlamıştır.

Ve yine bu günlerde bir açlık grevi daha var, aynı şekilde yakıcı. Dersim’de düzenlenen hava harekâtında oğlunu kaybeden Kemal Gün, oğlunun cenazesini almak için 75 gündür açlık grevinde. Yani kritik eşik geçilmiş vaziyette. Kemal Gün’ün talebi de basit, oğlunun cenazesini almak istiyor. O kadar doğal bir haktan bahsediyoruz ki... Kemal Gün’ün vücudunda halsizlik ve kas erimesi gözlemlenmeye başlamış. Ancak Gün grevi bırakmaya niyetli değil. Şöyle diyor: “Çökme de olabilir, kilo da kaybedebilirim. Sonunda hayatımı dahi kaybetsem bırakıp gitmeyeceğim. Bir parça kemiğini dahi alsam gelirim. Ben iradem ve gururumla dururum. Sonumuz dahi olsa bırakmayacağız.”

İstediği, bir kemik. Dolayısıyla tekrar şu kritik meseleye dönüyoruz: Talepler. O kadar basit, insani ve hayati taleplerdir ki bunlar. İşini geri almak. Oğlunun cenazesine kavuşmak. Daha önceki örneklerde, diyelim ki cezaevlerinde daha insani koşullar. Zaten cezaevine atılan insanlar en temel insani koşullar ortadan kaldırıldığında ve kimse onları duymuyorsa, seslerini duyuramıyorlarsa, açlık grevlerine başvuruyorlar işte. Biz ne kadar istemesek de.

Ve ne yazık ki iktidarın onlara yaklaşımı, zaten toplumun ve devletin bu konuda ne kadar umursamaz olduğunu da ortaya koyuyor her zaman. Bundan önceki açlık grevlerini hatırlıyorum. İktidar sürekli “Aslında gizli gizli yemek yiyorlar” demekten hiç çekinmezdi. Yani iktidar bir anlamda bu açlık grevlerine verdiği yanıtla, insanların neden açlık grevi yolunu seçtiğini de ortaya koymuş olurdu. Bırakın ses duymayı, onlarla dalga geçen bir sistem çünkü karşımızdaki.

Tam da bugünlerde bir başka açlık grevi daha var, aslında gündemde olması gereken. İsrail’deki Filistinli mahkûmlar cezaevi koşullarını protesto etmek için açlık grevine başlamış vaziyetteler. 17 Nisan’dan beri süren eyleme Mervan Barguti önderlik ediyor. Barguti, Filistin lideri Mahmud Abbas’ın en güçlü haleflerinden biri olarak görülüyor.

Bu dönemde de başka açlık grevlerinde görmeye alışkın olduğumuz bir süreç oldu ve İsrail yönetimi Barguti’nin cezaevinde gizlice yemek yediğine dair görüntüler paylaştı. Bunu üzerine Barguti’nin ailesi görüntülerin sahte olduğunu açıkladı ve “Amaç grevdekilerin moralini bozmak” dedi. Ancak iş bununla da bitmedi. Pizza Hut’ın İsrail şubesi internet üzerinden bir görüntü yayınlayarak “Eğer açlık grevini bozmayı düşünüyorsan, neden pizzayı denemiyorsun?” cümlesine yer verdi. Bu görüntülerin yayılması üzerine Pizza Hut’a yönelik büyük bir tepki dalgası oluştu ve gelen boykot tehditleri üzerine şirket özür dilemek zorunda kaldı.

Denklem ne kadar acımasız, değil mi? Ve açlık grevine gitmek zorunda kalınan ülkelerin iktidar yapıları ne kadar da birbirine benziyor...

Dönelim Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Kemal Gün’ün taleplerine. Şu yukarıda saydıklarımın dışında ekleyecek bir şey yok aslında, seslerine ses olmaya çabalamaktan başka. Ve bu konuyu düşünürken, onları düşünürken, aklıma ister istemez Nazım Hikmet’in o meşhur ‘Kerem gibi’ şiirinin son dizeleri geliyor. 

Hava toprak gibi gebe. 
Hava kurşun gibi ağır. 
Bağır 
    bağır 
        bağır 
            bağırıyorum. 
Koşun 
     kurşun 
         erit- 
           -meğe 
               çağırıyorum..... 

Kurşun eritmeye çağırıyorlar işte. Daha nasıl desinler.