Fotoğrafların yüklediği tarihi sorumlulukla kadrajın dışında kalanların peşine düşen fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer ile yeni kitabı 'Kuyunun Dibindeki Taş' ı konuştuk. Resmi tarihe karşı hakikat, 1915 karanlığına tanık olan fotoğrafçılar Armin Wegner, Sergei Mikhailovic, Leslie Davis ve Henry Atkinson'ın karelerinde kendini gösteriyor. Ermeni halkının acıları da her bir fotoğrafın bir yazar tarafından okunmasıyla ulaşıyor bizlere.
Okuyucuya ‘büyük yalnızlığı’ göstermeyi amaçlayan, kuyudaki büyük yalnızlığı görmeden de Ermeni halkının acısını anlamanın mümkün olmadığını anlatan ‘Kuyunun Dibindeki Taş’, Mehmet Özer’in 20 yıllık birikiminin ürünü. “Bir hikâyesi olmalı bu kitabın. Sizi taşın kalbini aramaya yönelten neydi?” diye soruyorum Özer'e. “Elbette var. Çocukluğumdan bugüne tanık olduklarım” diyerek başlıyor konuşmasına Özer ve devam ediyor:
"Bilinçaltımda bir nedeni var; anılarım gerçeklikle karşılaşınca bu durum ortaya çıktı. Ben Artvinliyim ve Rize’de büyüdüm. Çocukluğumdan bir anım var. Rize'de kapıcılık yapan, temizlikçilik ve pazarcılık yapan Erzurumlulara 'Pis İspirli, pis Ancerli' derlerdi. Rizeli olmayıp orada yaşayanlara böyle seslenirlerdi. Çocukken buna bir anlam verememiştim ama yıllar sonra, bundan bir kaç yıl önce Erzurum'a gittim ve İspir'e uğradım. Orada ‘Ğunut Ğoneçur’ diye eski bir Ermeni yerleşimi var; orada bir kilisenin mezarlığında oturuyorduk. Mezarlık talan edilmiş ve kilise camiye çevrilmiş, yanımızda ‘Ğunut’tan arkadaşlar vardı. Biz otururken bir genç koşarak yanımıza geldi; bu genç de Rize İkizdereliymiş. 1915 döneminde ataları Rize'den göç etmiş ve ‘Ğunut’a yerleşmiş. Genç arkadaşa, neden göç ettiklerini sorduğumda, ‘Dedelerimize, gidin Ermenileri kovun mülklerine sahip olun ve oraya yerleşin, demişler’ dedi. ‘Peki neden bu mezarlık böyle talan edilmiş?’ diye sorduğumda;, ‘Abi altın arıyorlar’ dedi. O zaman genç arkadaşa tebessüm ederek ‘Ne zamandan beri buradasın?’ diye sordum. ‘Doğma büyüme buradayım’ dedi. ‘Peki senin altının var mı?’ diye sorunca, ‘Yok be abi nerden olsun ki…’ dedi. ‘Peki senin olmadıysa burada yaşayan Ermenilerin nasıl olsun?’ dedim; bir şey diyemedi, öylece birbirimize baktık. Genç arkadaşla sohbetten sonra köyü gezmeye başladık. ‘Ğodeçur Vadisi dünyanın en güzel yerlerinden biri ve vadinin güzelliğini anlatmam bir fotoğrafçı olarak bile zor. O vadide, köydeki bütün konaklarda Türk bayrakları asılıydı; konaklardan birinde oturan yaşlı bir amcaya sordum ‘Neden evlerde bayrak asılı?’ Yaşlı amcanın cevabı beni pek şaşırtmamıştı: ‘Bu evler Ermenilere ait, bir gün gelip bizden alabilirler’. Türk halkının en büyük korkusu bir gün Ermenilerin gelip onlardan mal ve mülk alacak olması. Ama Ermenilerin malda mülkde gözü yok ki, öyle olsa başka argüman kullanırlardı.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN