Türkiye’de sol, sosyalist, sosyal demokrat, şehirli, seküler, liberal, liberal-sol, ulusalcı, ulusalcı olmayan gibi, birbiriyle çok ilgili görünmeyen çok sayıda siyasi düşünce ya da grubun değişmez meselelerinden biri de CHP’dir. Bu öylesi bir meseledir ki artık belli bir kesim bu konuda kalem oynatmamayı tercih eder hale gelmiştir. Zira yıllardır “CHP ne yapmalı?” analizleri yapılır ancak çok da bir şey değişmez. Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı ilk anda bir beklenti yarattıysa da, bu beklenti de belli bir süre sonra sönümlendi. CHP, seçimlerde yerleştiği yüzde 25 civarındaki oy oranından çok da kıpırdamadı.
16 Nisan referandumu ile CHP yeniden gündemimize gelmiş durumda. “Hayır” cephesinin beklentisi bu tartışmalı sonuçlardan sonra CHP’nin daha kararlı bir tutum alması idi. Bu beklenti 16 Nisan akşamı YSK açıklaması ile birlikte çoktan zuhur etmişti. CHP’den beklenen sonuçları tanımamasıydı. Kılıçdaroğlu bu beklentiye yanıt verir gibi çıkışlar yaptıysa da devamı gelmedi. Ondan sonraki YSK’ya, Anayasa Mahkemesi’ne başvurma gibi hamleler ise, CHP’den daha kararlı tutum bekleyen çevrelere göre mağlubiyeti kabul etme anlamına gelmekteydi.
Şimdiki mesele ise şu: 2019’da Başkanlık seçimi artık yapılacak gibi göründüğüne göre CHP ne yapmalıdır? Aday arayışına ya da tartışmalarına girerse, bu hayli tartışmalı bir referandumla kabul edilen yeni rejimi meşrulaştırmış olmayacak mıdır? Bu dikkate değer bir soru. Ancak beri yandan da eski genel başkan Deniz Baykal tekrar ortaya çıkmış ve artık aday belirleme çalışmalarının başlaması gerektiğini söylemekte. Baykal, Kılıçdaroğlu eğer aday olmayacaksa, bunun da bir an önce netleşmesi gerektiğini hatta aday olmayacaksa genel başkanlığı bırakması gerektiğini söylemekte. Bu bir yandan da kaçınılmaz bir tartışma: Kılıçdaroğlu aday olmayacaksa kim aday olacak? Yok eğer aday olup da kaybederse, nasıl CHP Genel Başkanlığı’nı sürdürecek? En temelde soru şu: % 49 denen bloğun adayı kim olacak? Yeni Başkanlık sistemi Cumhurbaşkanı Yardımcılığı makamına da imkan tanıdığına göre buraya kurulacak ittifaklarla diğer bloklardan adaylar konabilir mi? Yani bir yardımcı diyelim milliyetçi-ulusalcı kesimden, bir yardımcı da daha Kürtlere yakın bir isimden gibi.
Böylesi formüllerin tuhaflığı bir yana, iş yine de gelip dolaşıp yeni rejim ve CHP’nin gücü konusunda düğümleniyor. Yani CHP, ya da Kılıçdaroğlu bu topa girdiği anda, parlamenter rejimi yok eden yeni sistemi kabul etmiş olacak. Dönüp dolaşıp gelinen temel mesele bu.
Görünen o ki, CHP ya da Kılıçdaroğlu bu konuda işi biraz ağırdan alacak ancak referandum sürecini geri çevirmeye de gücü yok gibi duruyor. Yeni bir sokak muhalefeti örgütleme noktasından çok uzak ve zaten böylesi bir sürece girmeyeceğini belli etmiş durumda. Yapısı itibariyle de bunu beklemek çok gerçekçi değil CHP’den.
Bütün bu gelişmeler aslında karşımıza şöyle bir tablo çıkarıyor: En az % 49 diye farzedebileceğimiz “Hayır” bloku aslında bir blok değil. Bir bölümünü MHP’nin “Evet” tavrına kafası yatmamış ülkücülerin, bir bölümü de OHAL rejimi altında iki yıldır çok ağır şartlar altında yaşamaya başlamış Kürtlerin oylarından bahsediyoruz. Böyle bir tablo içinde 2019 seçimi için aday çıkarılsın ya da çıkarılmasın, nasıl bir “muhalefet” denkleminden bahsedebiliriz?
Bu aslında referandumda “Hayır” oyu veren herkesin oturup düşünmesi gereken bir mesele. Kimle ittifak, nasıl bir ittifak ve nasıl bir çözüm? Sadece “Erdoğan başkan olmasın” diye bir seçim propagandası yürütmek de kolay bir iş değil.
Yani demem şu ki, sadece Erdoğan reaksiyonuna dayanan bir ittifak, az önce tarif etmeye çalıştığım gibi tuhaf bir koalisyon oluşturacaktır. Peki ne yapılabilir? Öncelikle yeni bir teklif ortaya koymak gerekecek herhalde Türkiye toplumunun önüne. En yakıcı sorunlarımız nedir ve neler yapılabilir?
Bunların başında belli ki Kürt meselesi gelmekte. Yani elbette ki gönlümüzden geçen CHP’nin bu sorunun adil biçimde çözümüne odaklı bir kampanya ve blok kurması. Ancak bu, CHP’nin köşe bucak kaçtığı bir senaryo. Yanlış olduğunu bile bile, sadece HDP’nin yanında görünmüş gibi olmamak için dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki teklife destek verdiler. Bunu yapan bir CHP’nin Kürt sorununun çözümü gibi bir meseleyi merkezine alması ve buna göre bir ittifak kurmasını beklemek gerçekçi değil.
Ee, ne olacak peki bu durumda? Doğrusu cevap vermesi kolay bir soru değil. 16 Nisan, muhalefetin önüne yeni ve zorlu bir tablo ortaya koydu. Yeni sistemi reddetmenin de, kabul edip aday yarışına girmenin de kendine göre sonuçları olacak ve ikisi de muhalefet için yeni türbülanslar yaratacak. Ancak şu da var ki, AKP de pek rahat değil. Yeni rejimin toplumun aklına tam olarak yatmadığını biliyorlar. Son yıllarda her alanda yaşanan çürüme, AKP’yi ve Erdoğan’ı da yıpratır hale geldi. AKP medyasında yaşanan itiş akış da muhtemelen bunların sonucu.
Oyun, ya da şöyle diyelim, mücadele, belki de yeni başlıyor.
Basın özgürlüğü?
3 Mayıs, Dünya Basın Özgürlüğü Günü idi. İçinde yaşadığımız şartlarda bu konuda bilinmedik ne denilebilir, bilmiyorum. Sadece 1980’den sonraki en ağır koşullardan geçtiğimizi söyleyebilirim. Ki o dönemi yaşayan gazetecilerin çoğu, kimi açılardan şimdiki koşulların ve baskı ortamının daha ağır olduğunu söylüyorlar. İki veri paylaşayım. Cezaevlerinde 150’yi aşkın gazeteci var, yaklaşık 2.500 gazeteci de işsiz kalmış durumda. Bütün gazetecilerin özgür olması ve özgürce yazması umuduyla...