Bu sayının çıktığı haftanın sonu, her şeyin birbirine bağlandığı bir tarih olacak. 16 Nisan. Hem referandum, hem de Paskalya. ‘Her şeyin birbirine bağlandığı’ lafından kasıt ise şöyle: Patriklik seçimi için de devletin beklediği tarih bu. Çünkü niye? Bedros Şirinoğlu’nun 18 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesinde, Erdoğan “Patriklik seçimini referandumdan sonra ele alırız” demiş diye. Oturduk şimdi, Türkiyeli Ermeniler olarak, konuyla hiç ilgisi olmayan referandumun sonucunu bekliyoruz. Tabii, “16 Nisan sonrası” derken kasıt ne, o da belli değil. Bir ay mı, üç ay mı?
Eh, madem her şey böyle birbirine bağlandı, biz de meseleye böyle bakarız. Demem şu ki 16 Nisan ve sonrası bize de bu durumda bir imkan sunuyor. Ben kendi adıma sandığa gittiğimde şunları düşüneceğim:
Her şeyin, patriklik seçiminin bile bir kişinin iki dudağı arasında olduğu bir rejim mi istiyorum?
Gazetecilerin, akademisyenlerin, devlet memurlarının tek bir KHK ile içeri atılabildiği, ya da işsiz kalabildiği bir rejim mi istiyorum?
İnsanların kaderinin iktidarla iyi geçinmek zorunda kalmış ya da buna gönüllü olmuş savcıların elinden çıkma iddianamelerle karartıldığı bir rejim mi istiyorum?
Seçilmiş parti başkanları ve milletvekillerinin, sırf iktidar öyle istiyor diye hapse atıldığı bir rejim mi istiyorum?
“Alnı secdeye değenler buralara gelsin” diye mevcut iktidar eliyle tüm devlete yerleştirilen bir yapı, uğursuz bir darbe teşebbüsüne kalktığı için iktidarın hiç hesap vermediği, ama tüm toplumun üzerinde bir Demokles Kılıcı’nın gezdiği bir rejim mi istiyorum?
‘Hayır’ propagandası yapanların türlü saldırılara maruz kaldığı, dolayısıyla bundan sonraki seçimlerin de eşitsiz bir şekilde yapılacağının ayan beyan ortada olduğu bir rejim mi istiyorum?
Günlük hayatın her gün daha da muhafazakârlaştığı, İslami hayat tarzına sahip olmayanların gitgide dar mahallelere, semtlere, sitelere sıkıştığı bir ülke mi istiyorum?
Kürt meselesi gibi hayli yakıcı bir meselenin kaderinin, yine bir kişinin iki dudağı arasına bağlandığı bir rejim mi istiyorum?
Kendi partisinden olan başbakanla bile geçinemeyen, dolayısıyla “çift başlılık bitiyor” diye ‘evet’ argümanı kuran bir yapının hâkim olduğu bir rejim mi istiyorum?
Ekonominin nereye gittiğinin belli olmadığı, sendikaların, çalışanların seslerinin duyulmadığı bir rejim mi istiyorum?
Ortadoğu’da hangi gün hangi maceraya atılacağımızın belli olmadığı, bugüne kadar yapılan hataların ceremesini halkların çektiği bir rejim mi istiyorum?
İki yıl öncesine kadar seçim meydanlarında kavga eden İslamcı ve Türkçü partilerin birdenbire karşımıza bir ittifakla çıktığı bir rejim mi istiyorum?
Açıkçası, ben bu pazar bu sorulara yanıt arayıp öyle oy vereceğim. Sandığa gitmek, sonrasında da patrik seçimi için geleceğimize sahip çıkmak bizim elimizde. Siz ne dersiniz bilmem.